Dolar $
32.42
%-0.32 -0.1
Euro €
34.96
%-0.34 -0.12
Sterlin £
40.51
%-0.75 -0.3
Çeyrek Altın
4092.28
%0.61 24.65
SON DAKİKA
Son Yazıları

Tünelin sonundaki ışık

04 Oca 2021

Geçen haftaki yazımda 2020 yılının genel bir değerlendirmesini yapmıştım. Dokuz ayı aşkın bir süredir hayatımızı cehenneme çeviren salgın sebebiyle herkes sabırsızlandığı için yeni yılın bu olağandışı döneme son vereceği beklentisi oluştu.

Yılbaşı dileklerinin çoğunun artık sağlık içinde eski hayatımıza geri dönmek olduğunu tahmin edebiliyorum. Aşılama çalışmaları da başladığına göre, umut ederim ki kışı atlattıktan sonra biraz daha rahatlamış olacağız.

Uluslararası ilişkiler açısındansa önümüzü bu kadar net gördüğümüzü söyleyemeyiz. Geçen sene gündeme gelen konulardan sadece Karabağ’daki sorun bu yıla kalmadan büyük ölçüde neticelenmiş durumda. Üstelik elde ettiğimiz sonuçlardan da bir hayli memnunuz. Öte yandan geçen senenin başında büyük bir krize sebep olan İdlib meselesinden, giderek endişe verici sinyaller aldığımız Libya’ya ve oradan biraz daha düşük profilli bir siyasete yöneldiğimiz Doğu Akdeniz’e kadar meseleler bu yıla devrolundu. Dünya güneşin etrafında bir tam turu tamamladığında başka bir hayata uyanamıyoruz; kaldığımız yerden devam etmemiz gerekiyor.

Güçlükler, riskler ve fırsatlar

Önümüzdeki yılı bir öncekinden farklı kılan en önemli parametre ABD’de Başkanlığın 21 Ocak itibariyle Trump’tan Biden’a geçiyor olması. Trump’un kendi kişisel ilişkileriyle oldukça sıra dışı biçimde götürdüğü politikaların yerini daha kurumsal ve öngörülebilir bir ABD yönetimi alacak. Türkiye açısından zorluk, Cumhurbaşkanı’nın ABD Başkanı ile kurduğu kişisel ilişkiden istifade etme lüksümüzün kalmaması ama öte yandan bizi neyin beklediğine ilişkin kafamızın daha net olacağı söylenebilir. Zira Biden, diğer konularda olduğu gibi dış politikada da ekibiyle çalışmayı seven bir siyasetçi ve oldukça tecrübeli bir kadro, bu ayın sonundan itibaren bu alanda dizginleri ele alacak.

Obama’nın bilhassa ikinci döneminde Suriye meselesiyle ilgili görüş ayrılıkları Türkiye-ABD ilişkilerini zehirlemişti. Ankara, PKK’nın uzantısı olarak gördüğü gruplara verilen aleni desteği düşmanca bir tavır olarak değerlendirdi. Bu politikaları sürdüreceği düşünülen Clinton’un yerine Trump’un seçilmesi işte bu sebeple memnuniyetle karşılanmıştı. Her ne kadar geçtiğimiz dört sene bu erken coşkuyu zaman zaman boşa çıkarsa da Ankara’daki duygu yine de Trump yönetiminin kötünün iyisi olduğu şeklindeydi. İşte şimdi tekrar Demokrat Parti adayının iş başına gelmesi, en başta korkulan senaryonun geri döndüğü şeklinde yorumlanabilir.

Buna rağmen Ankara’da umutların korunduğunu gözlemleyebiliyoruz. Kamuoyunda, ABD yönetimin Türkiye’nin bölgedeki pozisyonuna yakınlaşması halinde sorunların giderilebileceğine dair görüşler paylaşılıyor. Diğer yandan da Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda hala Putin’le anlaşıp bir harekata girişebileceği bilgileri dolandırılarak alternatifsiz olmadığımız imajı veriliyor. Washington üzerinde bu tür bir baskının ne ölçüde sonuç vereceğini zamanla göreceğiz. Ancak Suriye’ye ilişkin ABD ve Türkiye arasında yıllardır süren görüş ayrılığı bir şekilde çözülecekse bunun taraflardan birinin dikte etmesiyle değil bir ortak zemin bulunmasıyla gerçekleşeceği söylenebilir. Ankara’nın, ABD bizi göz ardı ederse kendi göbeğimizi keseriz ültimatomunun ne kadar uygulanabilir olduğunu geçtiğimiz yıllarda gördük. Türkiye’nin bölgedeki varlığı, Rusya’yı ve Şam’ı da rahatsız ettiğinden tam anlamıyla iş birliği yapacağımız bir aktör bulmakta zorlanıyoruz. Bu durumun Batı başkentlerinde not edilmediğini sanmayalım.

2021 yılında bu meselede bir anlaşma zemini bulunması diğer konularda da hızlı gelişmelere yol açabilir. Ankara’nın ABD’yi zorlama amaçlı olarak kotardığı S-400 anlaşmasının Türkiye’nin pazarlık gücünü ne kadar artırabildiğini okuyucunun takdirine bırakıyorum. Hava savunma sistemi ihtiyacımızın ne ölçüde karşılandığı bir yana bir de yirmi senedir içinde yer aldığımız F-35 uçaklarından da olmuş vaziyetteyiz. Diğer yandan Washington da Türkiye’yi sıkıştırmak üzere bir kenarda beklettiği Halkbank davası gibi kozları kullanması halinde ilişkilere kalıcı bir zarar verecektir. Ekonomimizin kırılgan bir zeminde ilerlediği doğru ancak ABD açısından da AB açısından da Türkiye hala bir kenara atılabilecek bir ülke değil. İçinde bulunduğumuz sene içinde tansiyonun yükseldiği dönemler olabilir ancak bunların uzlaşmaya giden yolda pazarlık adımları olduğunu düşünebiliriz.  


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları