Dolar $
32.59
%0.18 0.05
Euro €
34.81
%0.13 0.04
Sterlin £
40.33
%-0.7 -0.28
Çeyrek Altın
4095.28
%0.69 27.62
SON DAKİKA
Son Yazıları

S-400'ler, Avrasyacılık ve çıkmaz sokaklar

01 Mar 2021

İdlib'te 33 askerimizin şehit edilmesinin yıl dönümü dolayısıyla son yıllarımıza damgasını vuran Avrasyacı dış politika vizyonunu tartışmak isterim.

Önce bahsi geçen olayı hatırlayalım: Yaklaşık bir sene önce, Suriye ordusu tarafından sınırımıza doğru süpürülen muhalif grupları savunmak üzere İdlib’de bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına bir hava saldırısı düzenlenmişti. Saldırıda, resmi açıklamalara göre 33 şehit verilmiş, ardından yapılan karşı saldırılarda Suriye Ordusu da ciddi kayıplara uğramıştı. Basında, Silahlı Kuvvetler’in müdahaleyi derinleştirip Halep’e hatta Şam’a ulaşana kadar bu işin peşini bırakmaması çağrıları duyulsa da neticede, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’ya gidip Putin’le görüşmesiyle kriz geçici olarak dondurulmuştu.

Halihazırda, İdlib’de Türkiye sınırının hemen ötesinde, milyonlarca muhalif kırılgan bir biçimde varlığını sürdürüyor. Moskova ile bir anlaşmazlık halinde operasyonların tekrar başlaması ve sınırımıza doğru bir göç dalgasıyla karşılaşmamız da oldukça muhtemel görünüyor. Dolayısıyla mesele şu anda kapanmış değil ancak bir sene önceki hararetini de sürdürmüyor. Sosyal medyaya baktığımızda ulusalcı hesapların da bu hadiseye ilişkin hatırlatmalarda bulunduklarını ama itinayla bu saldırının faillerine değinmediklerini görüyoruz. Onların yapmadıklarını biz yapalım: Geçen sene Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin şehit düşmesine sebep olan saldırı Rus Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçakları tarafından düzenlenmişti. Zaten ondan dolayı da Erdoğan gidip doğrudan konunun muhatabı Putin’le görüşerek krizi öteleyebildi.

Batı’yla olmuyor da Rusya’yla oluyor mu?

Doksanlı yılların başından beri, Türkiye’de belli kesimlerde Batılı müttefiklerimizin bizim güvenlik önceliklerimizle ilgilenmediğine, bilakis toprak bütünlüğümüze tehdit oluşturan aktörlere destek verdiğine dair rahatsızlıklar oluştu. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Çekiç Güç’le beraber Bağdat’ın ülkesinin kuzeyinde kontrolü kaybetmesi, burada üslenen PKK unsurlarının Türkiye’ye yönelik saldırıları öfkemizi daha da körükledi. 2003’teki ikinci Irak Savaşı artık Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik endişelerin iyice ete kemiğe bürünmesine, Ortadoğu’da haritaların değişeceği, Türkiye’nin de bu durumdan olumsuz etkileneceğine dair kanaatinin bilhassa güvenlik eliti nezdinde netleşmesine sebep oldu. AB zaten şamar oğlanı konumunda olduğundan, PKK konusundaki gevşek tutumları çokça eleştirildi. ABD’yle ilgili ise doksanlardan beri ciddi olumsuz duygular olsa da asıl öfke Suriye’yle ilgili olarak ve bilhassa Kobani’den sonra yoğunlaştı. Soğuk Savaş yıllarındaki müttefiklerimiz hedef tahtasına oturtulup beka kaygılarımızı umursamayan sözde dostlar yerine Rusya, Çin, İran gibi yeni ittifaklara bel bağlandı. Astana Süreci dış politikadaki bu yeni yönelimlerin somutlaştığı kritik bir dönemeç oldu.

Bu yeni politika, birçok hususta gerçeklerin inkarını, hayal mahsulü bir jeopolitik düzlem algısını gerektiriyordu. Sanki Rusya ve İran’ın Kürt kartını oynama gibi eğilimleri yokmuş gibi, sanki asıl dertleri ABD’yi ve Avrupalı ülkeleri bölgeden uzaklaştırıp kendileri aynı unsurları kullanmak istemiyormuş gibi tecahül-ü arife dayanan bir söylem tutturuldu. Türkiye, Fırat’ın doğusunda operasyon yapmaya niyetlenip, Trump marifetiyle ABD’ye geri adım attırıldığında karşımıza Rusya ve Suriye Ordusu çıktı; tabii ki görmezden gelindi. Fırat’ın batısında Ankara ile Moskova arasında vekaleten savaşı neredeyse sıcak savaşa taşıyacaktı, yine gökyüzüne bakılıp ıslık çalındı. İdlib’de çok sayıda personel kaybını yine yeni dış politika ortağımızın saldırısında kaybettik. Libya’da yaşadığımız sorunlara ise hiç girmeyelim.

ABD’yi sıkıştırmak ve PYD konusunda tavize zorlamak için S-400 hava savunma sistemi alındı. Şimdilerde görüyoruz ki yirmi senedir bir parçası olduğumuz F-35 projesinden dışlanmakla kalmayıp hala bir hava savunma sistemi ihtiyacımızı karşılayabilmiş değiliz. Bizzat Dışişleri Bakanı’nın ağzından S-400’leri depoya kaldırmak anlamına gelen Girit modelinin telaffuz edildiğini duyuyoruz.

Avrasyacı dış politika vizyonunun artık tıkandığını, memlekete sorundan başka bir şey getirmediğini itiraf edip kendimize çeki düzen vermemizin vakti geldi de geçiyor. Bu maceranın iyi bir tarafı olduysa, nelerin yapılamayacağını ve yapılmaması gerektiğini aklı başında politika yapıcılara net olarak göstermiş olmasıdır.  


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları