Petrol: Çoğu zarar azı karar
Uzun yıllar boyunca dünyada petrol üretiminin sınırlarına yaklaşmakta olmamızdan dolayı bir krizle karşı karşıya kalacağımızdan korktuk. İnsanların hem sayısı hem de refah seviyesi arttığından petrol tüketimi yükselmekteydi ve kısıtlı miktardaki rezervler bir süre sonra talebi karşılayamaz hale gelecek, fiyatları patlatacaktı. İşte, felaket tellallarına göre tam bu noktada, sınırlı kaynaklara ulaşabilmek için dünya üzerinde büyük savaşlar çıkacak, bileğinin gücü yeten petrole el koyacaktı.
Bir süre bu senaryo gerçekleşecek gibi göründü. 2008 yılında ABD’de baş gösterecek krize kadar hızla büyüyen dünya ekonomisiyle beraber artan talep, petrolde kıtlık bekleyenleri haklı çıkaracak gibiydi. Bir de üstüne petrol piyasasının finansallaşmasıyla fiziki işlemleri çok aşan kontratların ortaya çıkması burada da bir balon oluşmasına yol açtı. Sonunda 2007 yılında bir varil petrolün fiyatı 147 dolarlara kadar ulaştı; 200 dolar hedefinin çok da uzak olmadığına dair raporlar yayınlanmaya başladı.
Ancak bir yıl içerisinde ABD’de başlayan kriz tüm dünyaya yayıldı ve düşen taleple birlikte tüm emtia fiyatları ve petrol çakıldı. Yine de krizden çıkışla birlikte talebin yeniden güçlenmesi, piyasanın eskisine yakın seviyelerde dengelenmesi bekleniyordu. O zaman için varil fiyatlarının 100 dolar civarına geri dönmesini beklemek çok uçuk kaçmıyordu. Ancak eş zamanlı olarak fosil yakıt arzında teknolojik bir devrimin de eşiğine gelinmişti. Daha önce ekonomik olarak kullanıma sunulamayan kaya formasyonlarına sıkışmış petrol ve doğal gaz yeni teknolojilerle çıkarılmaya başladı. Daha sonra kaya gazı devrimi olarak adlandırılacak bu büyük dönüşüm kısa zamanda Kuzey Amerika’daki üretimin rekorlar kırmasına ve enerji fiyatlarının daha düşük bir platoya oturmasına yol açtı. En azından petrol kıtlığına dair beklentiler biraz ötelenmişti fakat arz fazlasıyla ilgili bir sorun görünmüyordu.
Sudan ucuz petrole doğru
Domates fiyatları çöktüğü zamanlarda çiftçilerin ürünü dökmelerine, Avrupa’da süt fiyatları çok düştüğünde üreticilerin protesto amaçlı tankerleri şehirdeki asfalta boca etmesine ait görüntüler hafızalardadır. Petrol piyasalarında da neredeyse benzer durumlarla karşılaşacağımızı pek kimse tahmin edemezdi doğrusu. Oysa petrolün yaygın kullanımından itibaren sektörün tarihine bakarsak, arz fazlasının, eksikliğinden daha büyük sorun olduğu görülmektedir. Üreticiler arasında koordinasyon sağlanamadığında herkesin tüm gücüyle üretime geçmesinin fiyatları çökerteceği çok daha önceleri anlaşılmıştı. Bunu engellemek amacıyla kurulan OPEC altmışlı yıllarda sağlayamadığı başarıyı 1973’teki Arap-İsrail savaşının ardından uyguladığı üretim kısıtlamasıyla yakaladı. Fiyatlar hızla yükseldi, 1979’da İran’daki devrimle de tarihi rekor seviyelere ulaşıldı.
Ancak üreticilerin o parlak yılları çok uzun sürmedi. Yüksek fiyatlar hem zaman içerisinde talebi daralttı hem de Kuzey Denizi gibi yeni üretim sahaları faaliyete geçti. Seksenler yine fiyatların çökmesine, üreticiler arasında pazar payı kavgalarına sahne oldu. 1997 yılındaki Asya krizi de enerji fiyatları üzerinde benzer bir etki yarattı. Küresel ekonominin büyüme temposu düşünce, arz fazlası fiyatları iyice aşağı baskıladı, ertesi yıl en büyük üreticilerden Rusya’nın iflas bayrağını çekmesine giden süreç başladı.
Günümüzdeki kriz, kaya petrolünün de arza etkisiyle daha düşük bir seviyede dengeye ulaşan piyasanın koronavirüs şokuyla çökmesinden kaynaklanıyor. Karantina uygulamaları sebebiyle insanlar evlerinden çıkamıyor, seyahatler durdu ve ekonomiler küçülürken enerji talebi daralıyor. Bu sebeple kimilerine göre günlük 30 milyon varile yakın arz fazlası oluştu ve OPEC-Rusya görüşmelerinde kararlaştırılan 10 milyon varil kesinti hala yetersiz. Sebebi her ne ise bu enkazın altında bazı petrol üreticisi ülkelerin kalması kaçınılmaz görünüyor. Daha da ötesinde giderek finansallaşan bu sektörde hangi fon’un ne durumda olduğu ne kadar battığı da henüz bilinmiyor. Petrol piyasalarındaki bir depremin küresel ekonomide ikinci bir tsunamiye yol açması şaşırtıcı olmayacak.