Dolar $
32.58
%0.17 0.05
Euro €
34.72
%-0.09 -0.03
Sterlin £
40.32
%-0.71 -0.29
Çeyrek Altın
4085.61
%0.45 18.07
SON DAKİKA
Son Yazıları

Osmanlı borç girdabına giriyor

04 Nis 2019

Yüzde 5'li Osmanlı hisseleri, bundan bir kaç gün evvel 28 frank iken şimdi otuz üçe çıkmıştır ki, Türkiye yüzde 15, 18 ve 20 faizle para borçlanıyor anlamına geliyor. Bu hesaba beş seneden beş seneye miktarının iki misline çıkan "Na kabl-i imha" düyun toplamı ilȃve edilirse girdabın gittikçe büyüdüğü, yakınında ne varsa sürükleyip götüreceği gibi müthiş bir ihtimal karşısında bulunuluyor. Çünkü bu "na kabil-i imha" borcun faizi yeni borçlanmalarla ödenebileceğinden, söz konusu borçlar hendesî bir büyüme (geometrik bir katlanma) ile iki misline, dört misline yani üst sınırı tayin edilemeyecek bir miktara ulaşmakta gecikmez.

Fuat Paşa, bu çeşitli düşünceleri uzlaştırmayı başardı. Suriye'ye gelir gelmez olaya sebebiyet verenlerin bir çoğu kurşuna diziliyor, Şam vilȃyet meclisi üyeleri muhakeme altına alınıyor ve hat¬ta hadisenin çıkışında acele tedbirler almaya başvurmayan Vali Ahmet Paşa Bey bile idam olunuyordu.

Ahmet Paşa gayet mütefennin (bilgin) olmakla beraber Fuat Paşa'nın aziz ehibbasından (kıymetli dostlarından) idi. Bu kabil icraat üzerine kimsenin bir şey demeye hakkı kalmadı.
Mamafih Fransa, Suriye havalisine küçük bir seferî askeri güç gönderdi. Fakat Fuat Paşa, Fransız askerinin gelişinden çok evvel Suriye'ye gelmiş ve icraata başlamıştı.

Fransız kumandan, Fuat Paşa'nın isteği dışında şûriş (kargaşa) faillerini takip için Lübnan'a gitmeye karar verdiği gün; Fuat Paşa askerin başına geçiyor ve daima önden hareket ederek Fransızların yapmaya karar verdikleri şeyi bir gün öncesinden yapmış bulunuyordu. Bu durumda Fransız sefer heyeti bir sonuç vermemiş oldu. Sıra tazminat konusuna gelince, Fuat Paşa burada bütün maharetini ve gücünü sarfederek Fransızları susturmayı başardı.

Bu cümleden olarak Fransız Konsolosu tazminat miktarının 150 milyon kuruş olmasını istiyor, komisyon ise bu miktarın bir se¬nede halktan toplanıp verilmesinde ısrar ediyordu. Fuat Paşa bu istek ve ısrarları birer birer berta¬raf ederek tazminat olarak 75 bin milyon kuruş ve bu meblȃğın ödenmesine dair Bab-ı Âli ile uyuşulmasını teklif ediyor ve kabul ettiriyordu. Acaba bu miktarın ne kadarı ödenmiştir, burası bilin¬memektedir.[18]

ARDI ARASI KESİLMEYEN AZİLLER

Bu sıralarda Osmanlı Sultanlarının Otuz ikincisi tahta geçiyor, teb’ayı ve efkȃrı değişik fikir ve yorumlara meydan veriyordu. Mamafih, Sultan Aziz'in de pek az zamanda selefleri gibi maiyetindekilere ve eskilere kanmış olduğu muhakkaktır. Padişah tahta yeni oturduğu ve hükümet olduğu günlerde, iki vezire izhar-ı infiȃl (gücenme- darılma) etmiş ve bu infiȃlin sonucu olarak Âli ve Fuat Paşalar gizli tezvirat (arabozuculuk) üzerine ikide birde azl edilmişler ise de; siyasi durumların almış olduğu kötü durum, akıl ve dirayetlerine, Avrupa siyasetindeki tecrübelerine lüzum hissettirmiş ve günden güne ortaya çıkan zorlukların göğüslenmesi için Türkiye'den, başka bir kimsenin çıkmayacağı anlaşılmıştır.

Bu iki zatın pek çok kişi düşmanı olmuş ise de, karşılarına bir tek rakip bile çıkamamış ve münavebe (nöbet) ile Başbakanlık, Hariciye Bakanlığı yaparak, bu¬gün hâlâ efkȃr-ı müdekkike sahibi (dikkat sahibi- araştırmacı) kişileri endişelendiren zorluklara karşı durmuşlardır. Bu zorluk son ola¬rak maliyede ortaya çıkmış, Âli ve özellikle Fuat Paşalar bütün gayretlerini sürekli bu noktaya sarf etmişler ve malî işlerin düzeltilmesini üzerine alan Fuat Paşa bu hu¬suslarda pek çok hizmetlerde bulunmuşlardır. Bunun içindir ki bu son zamanlarda Türkiye'nin ma¬lî şartlarının ne renk almış olduğunu bilmek faydadan hali değildir.

1862 YILINDAKİ EKONOMİK BUHRAN

Gerçek miktarı kesin olarak belli olmayan Osmanlı borçları, yaklaşık olarak 93 milyon Osmanlı lirasına, yani 2 milyar 139 milyon (2.139.000.000) Franka ulaşmaktadır. Söz konusu miktardan 40.000.000 dahilî, 53.000.000 ise dış borçtur. Türkiye'nin birikimlerinden ve doğal kaynaklarından faydalanmak mümkün olsa, ilk anda pek büyük görünen söz konusu borçların önemsiz olduğu derhal kabul edilir. Fakat bunlardan faydalanmak mümkün olmadığı cihetle, Türkiye malî yükümlülüklerinin ağırlığı altında inlemektedir. Daha 1862 senesindeki buhrandan kurtulduğu sırada, Osmanlı hükümeti Lord Palmerston tarafından teklif edilen şartlarla akd-i istik­raza (borçlanmaya) muvaffak olmuştu.

Türkiye'ye verilecek paranın ne şekilde sarf edileceğine nezaret etmek üzere uluslar arası bir komisyon kurup bu komisyona Fransa tarafından Mösyö le Marquis, İngiltere tarafından Lord Hobart, Avusturya tarafından Mösyö Lackenbacker görevlendirilmesi şerait-i mesrude (ileri sürülen şartlar) arasındaydı.

Acaba şimdi yine o şartla borçlanma akti mümkün müdür? Bu nokta biraz şüpheli görünmek­tedir. Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, kendisinin Avrupa'nın hayat şartlarına dayanamayacağını gösteriyor. Şu hâlde gelecekte ne şekil alacağı belli olmayan bir memleket hakkında bir takım tasavvuratta bulunmak ve özellikle Teşkilât-ı esasiyesine (Anayasasına) pek de uygun gelmeyen bazı değişiklikler yapmaya çalışmak uygun değildir.

TÜRKİYE BAKIR PARAYI BIRAKIYOR

Fuat Paşa Türkiye'yi Batı hayatına sokmaya çalıştığı gibi, Batı devletleri kendisini bu yola teşvik etmektedirler. Bu ise, biraz sorumluluğu gerektirir. Fuat Paşa'nın mahirane düzenlemeleri ve Türkiye'ye yardım edecekleri ümidiyle ülkede kurmuş olduğu malî kurumlar, hep kendi aleyhine dönmüşlerdir. Adı geçen kıymetsiz kaimelerden (kâğıt paralardan), dehşetli bir biçimde düşüşe hazır bakır paradan Türkiye'yi kurtarmak için epeyce zamandan beri varolan bir kuruma müracaat etmiş ve bu müracaatıyla söz konusu Bank-ı Osmaniye [19] o derece imtiyaz vermiştir ki, Fransa bankasının da hükümet nezdinde ancak bu derece imtiyaz ve itibarı vardır.

Fakat sonuç ters dönmüş ve maliye çevrelerinde doğurmuş olduğu rekabet ve düşmanlık sebebiyle bu banka şimdiye kadar bir tahvil çıkaramamış, işi yalnız faizciliğe ve sandık eminliğine hasretmiştir.
Dahası var: Daha pek az zaman öncesine gelinceye kadar Osmanlı hükümeti borçlanma gereği duyduğu vakit; Galata sarrafları arasında bir münakasa (eksiltme) açardı. Halbuki beş altı seneden beri bu sarrafların en önemlileri, "Şirket-i umumiye" adıyla daimî bir birlik kurmuşlar; birliğe dahil olan kurumların Bab-ı Âli ile şahsî işlem ve sözleşmeler yapmasını engellemişler ve böylece hükümete baskı yapmaya kalkışmışlardır. Garibi şurasındadır ki, gelişme ve refah vasıtası olması gayesiyle kurulan Osmanlı Bankası, Türkiye'ye yardımcı olmak amacından başka emeller ile kurulmuş olan bu birliğe beşinci olarak girmiştir. Şu hâlde Âli ve Fuat Paşaların şimdi bu kurumu bir engel kabul etmeleri pek kolaylıkla anlaşılıyor.

TAHVİL BORÇLANMASI SARRAFLIK İŞLEMİ

1865 senesi Nisanında Sultan Abdülaziz, bir Hatt-ı hümayun çıkararak özel müşavirlerinden pek memnun olduğunu, bundan sonra meclis-i vükelânın (Bakanlar Kurulu’nun) Sarayda kendi başkanlığında toplanacağını ilân ettiriyordu. Bu beyannamenin manası ve şumûlünün (anlam ve kapsamının) ne olduğu ve ne gibi sonuçlar doğurabileceği çok düşünüldü. Fakat tahvil-i düyun (borç senedi) meselesi meydana çıkınca bundan maksadın ne idüğü derhal anlaşıldı.

Mesele, Hükümdarı işe karıştırarak pek müthiş endişe verici bir hâl alan malî karışıklığın sorumluluğundan bir dereceye kadar kurtulmak; bu karışıklığı kaldırmak için alınması zarurî görünen tedbirleri halka hoş göstermekten ibaret idi. Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki; Türkiye'deki tahvil-i duyün meselesi, Avrupa devletlerinde aynı ad ile mevcut olan muameleye asla benzer değildir. Türkiye'de yapılan tahvil-i duyün, ülkenin hayat şartlarını en şiddetli şekilde etkilemiş olan bir sarraflık işlemidir.

Hatta bu tarz ödemenin destekleyicisi ve düzenleyicisi olan Fuat Paşa, neticeden pek korkmuş olsa gerektir. Zira az sürelerle akt olunup; mukabilinde belirli bir varidat karşılık gösterilmiş[20] olan birçok borçları, vadesi ve teminatı belli olmayan bir borca tahvil etmek taahhüdat-ı sabıkayı çiğnemek demekti ki; bu muamele devletin malî itibarına dehşetli bir darbe vurmuştu.

KOMİSYONCULARIN BORÇLANMADAKİ ROLLERİ

Diğer taraftan yine bu tahvil-i duyün işleminin sonucu olarak teşkil olunan "Defter-i kebir" [21] idaresinin usul-u maliyesi, kontrolsüz ve hiç bir vakit ihtiyaçtan vareste kalamayan devleti istediği kadar tahvilȃt icrasına sevk etmiş ve bu sayede ortalığa öyle bir güvensizlik salmıştır ki, bu güvensizlik yüzünden söz konusu tahvilât pek az bir zamanda tamamiyle kıymetten düşmüşlerdir.
Yukarıdaki açıklamaya göre tahvil-i düyun meselesini; gayet düşük şartlarla aktolunmuş bir borçlanmayı örtmek için düşünülmüş bir çare tarzında kabul etmek zorunludur. Sözü edilen borçlanma %50 ihraç ile yapılmıştı. Yani tedavüle çıkarılan yüz milyonluk (100.000.000) tahvilat; hazineye ancak 50, bazı bilinen durumlarda 44 ve hatta 34 milyon sağlayabilmekte idi.

Borçlanma aktine aracılık eden Bankerler komisyon adı altında, harcamış oldukları mesaiye karşılık 15 milyon kadar büyük bir meblağ almışlardı. Gerçi bu 15 milyondan önemli bir kısmını, işlemlere parmağını sokmuş olan kişilere verdikleri muhakkaktır. Hatta meseleye çok yakından alȃkadar olan meşhur bankerlerden bir kişi bu komisyon yekûnunu müthiş gördüğünden kabul etmemiş ve kendisini ikna için ayrıntılı bir hesap pusulası yapılmıştır. Rakamlar arasında devlet memurlarından birine, tam 3 milyon kadar para verildiği delilleriyle izah olunmuştur.

HAZİNE YÜZDE 20 İLE BORÇLANIYOR

Bu gibi muamelȃt-ı muhtekiranenin sonucunda Türkiye'nin pek zarara uğramış olduğundan şüphe yoktur. %5’li Osmanlı hisseleri, bundan bir kaç gün evvel 28 frank iken şimdi otuz üçe çıkmıştır ki, Türkiye % 15, 18 ve 20 faizle para borçlanıyor demektir. Bu hesaba beş seneden beş seneye miktarının iki misline çıkan "Na kabl-i imha" düyun toplamı ilȃve edilirse girdabın gittikçe büyüdüğü, yakınında ne varsa sürükleyip götüreceği gibi müthiş bir ihtimal karşısında bulunuluyor. Çünkü bu "na kabil-i imha" borcun faizi yeni borçlanmalarla ödenebileceğinden, söz konusu borçlar hendesî bir büyüme (geometrik bir katlanma) ile iki misline, dört misline yani üst sınırı tayin edilemeyecek bir miktara ulaşmakta gecikmez.

Tarafsız bir şekilde düşünülürse Âli ve Fuat Paşaların Türkiye'yi böyle bir akıbete sokmuş olduklarını söylemek zorunludur. Fuat Paşa, siyasî hayatına, meşhur başarılarına ve özellikle servetinin derecesine göz atınca bir övünme hissi duymaktan kendini alamazsa da; kulağını arkasına atarak Batı devletleri tarafından Türkiye'ye vaki olan sık sık uyarıları dinleyip önemini düşünecek olursa, (ki edeceğine hiç şüphe yoktur.) ciddî endişelere düşmekten geri duramaz. Acaba Âli ve Fuat Paşalar geleceğe ne gözle bakıyorlar? Bu kaçınılmaz soruya hakkıyla cevap verebilmek için aşağıdaki önemli yorumların aktarılması zorunlu görülmüştür.

-----------------------------------------------------------------------------

DİP NOTLAR

[18] Lacour, burada meydana gelen Cebel-i Lübnan olaylarının ekonomik sonuçlarından bahsederken; siyasi sonuçlarına değinmemektedir. Hâlbuki bu olayların siyasi sonuçları, ekonomik sonuçlarından daha önemlidir.
Zira Dürzîlerin cezalandırılması, Marunîlere ödenecek tazminat miktarının takdiri ve Lübnan’a ilişkin yeni bir yönetim biçiminin tespiti konularında kararlar vermek üzere; İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Prusya ve Osmanlı devletlerinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulmuştu.
Söz konusu komisyonun çalışmalarının ağırlık noktasını ise, idarî düzenin tesisine ilişkin esasların belirlenmesi oluşturmuş Lübnan’ın Hıristiyan bir vali tarafından yönetilmesini esas alan “Lübnan Nizamnamesi” adıyla yeni bir yönetim biçiminin kabulü öngörülmüştür. Bab-ı Ali ve yabancı büyük elçiler tarafından hazırlanan, 9 Haziran 1861 tarihli Nizamname’nin öngördüğü bazı maddeler şöyledir:
- “Cebel-i Lübnan, Bab-ı Ali’nin idaresindeki kuvve-i icraiyyenin (yürütme gücünün) bütün yetki ve görevlerine sahip bir Hıristiyan mutasarrıf tarafından yönetilecektir.
- Halkı oluşturan unsurlardan (milletlerden) her biri mutasarrıfın maiyetinde bir vekil bulunduracaktır.
- Her cemaat tarafından seçilmiş. İkişer üyeden oluşmak üzere merkezi bir meclis oluşturulacaktır.
- Cebel 6 kazaya taksim olunarak, her birinde çeşitli cemaatler tarafından tayin olunacak 3 ile 6 üyeden oluşan bir meclis bulunacaktır.
- Kazalar, mümkün mertebe aynı unsura mensup halktan oluşan nahiyelere ayrılacaktır. Her bir nahiyede her mezhep erbabı için bir sulh hâkimi, her kazada 3ile 6 üyeden oluşan bidayet mahkemesi (eskiden asliye mahkemeleri için kullanılan bir tabir. B. T.) seviyesinde bir adliye meclisi, liva merkezinde her bir cemaatten ikişer üye olmak üzere 12 üyeden oluşan büyük bir adliye meclisi bulunacaktır.” ( Ahmet Rasim, Age. C. IV. s. 2091)

[19] Osmanlı devleti, Batılı devletler karşısında son dönemlerinde kaybettiği gücünü yeniden kazanmak amacıyla, önceleri askeri alanda olmak üzere siyasî, sosyal ve kültürel alanlarda alınan tedbirlerin yanı sıra ekonomik ve mali alanlarda da bir dizi tedbirler alınmıştır. Bu bağlamda;
- Galata bankerlerince verilen (yüksek faizli, kısa vadeli) kredi imkânlarına karşılık, daha uygun şartlarda kredi temini,
- Vergi gelirlerinin merkeze aktarılmasını sağlayarak ödemelerin ve harcamaların daha yakından denetlenmesi,
- Yabancı bankalar tarafından yürütülen istikraz işlemleri başta olmak üzer; bankacılık hizmetlerinin yürütülmesi,
- Finans sistemi ve malî yapının yeniden tanzimi amacıyla Bank-ı Osmanî- i Şahane” adıyla bir bankanın kurulmasına karar
verilmiştir.
4 Şubat 1863 tarihinde kuruluşuna izin verilen Banka’nın sermayesi: 500 franklık 135.000 hisse senedinden ibarettir. Bu hisse senetlerinin 80.000’ i İngiliz grubu, 50.000’i de Fransız grubu tarafından satın alınmış, 5.000’i de Türkiye’ye ayrılmıştır. B. T
[20] 1869 yılında Girit savaşı sonucu içine düştüğümüz sıkıntılı durumdan kurtulmak ve meydana gelen bütçe açığını kapatmak amacıyla, “Comptoir d’Escomte de Paris” müessesi idare meclisi reisi M. Pinard ile imzalanan ve “Pinard İstikrazı” diye anılan istikrazın 38.888.885 frank tutan yıllık taksitinin tediyesine (ödenmesine) karşılık şu gelirler tahsis edilmiştir:
- 22.300.000 fanga kadar olan kısmı için Halep, Adana, Suriye
Yanya ve Trabzon vilayetleri ile Ege denizindeki adaların aşarı,
- 8.100.000 fangı için, Hüdavendigar vilayetinin aşarı,
- 4.500.000 frangı için ( Yenipazar hariç olmak üzere) Bosna vilayetinin aşarı,
- 2.700.000 frangı için, Aydın ve Menteşe vilayetlerinin aşarı,
- 3.600.000 frangı için, Konya aşarı,
- 5.700.000 frangı için Bağdat varidatı,
- 13.600.000 frangı için ağnam resminin fazlası.
Bu suretle 38.888.885 franklık bir istikraza; toplam 60.500.000 frank raddesinde bir varidat karşılık gösterilmişti.”
( A. Du Velay; Türkiye Maliye Tarihi. Derleyen; Maliye Tetkik Kurulu, Ankara 1978 s.181) B. T.
[21] Defter- i Kebir Dairesi: Gelir ve giderleri ihtiva eden defterlerin bulunduğu yerdir. Hesaplar kese hesabına göre tutulurdu. B. T.

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları