Dolar $
32.59
%0.18 0.05
Euro €
34.81
%0.13 0.04
Sterlin £
40.33
%-0.7 -0.28
Çeyrek Altın
4093.19
%0.64 25.56
SON DAKİKA
Son Yazıları

Osmanlı Avrupa'yı bir hiç hükmünde kabul ediyor

07 Nis 2019

1849-1913 yılları arasında yaşayan gazeteci-yazar Ebuzziya Tevfik, Fransız devlet adamlarından Lacour'un "REVUE DES DEUX MONDES" adlı dergide yayınlanan yazısının İKDAM gazetesindeki basımına cevap olarak kaleme aldığı makalesinde, "Devletin bahtsızlığının göstergelerindendir ki, o devirde bulunan siyaset adamlarımız arasında adı geçen padişah III. Mustafa'nın bu arzusuna aracılık edecek bir kişi yoktu. Hatta Avrupa, bir hiç hükmünde kabul ediliyor ve iki bitişik komşumuz olan Rusya ve Avusturya'ya önem veriliyordu. Bu iki ülkeye önem verilmesinin sebebi ise; yükselen sermayelerinin özünü bilgi ve gelişmişlik oluşturması değil, sayıca çok olmalarıdır" ifadelerini kullandı.

OSMANLI SİYASET ADAMLARI [1]

Fransa’nın meşhur müteveffa yazarlarından Challemel- Lacour’un [Revue des Deux Mondes] dergisinde [2] bundan 40 sene evvel yazdığı uzun bir makaleyi, İkdam Gazetesi geçen sene tercüme ederek tefrika halinde yayımlamıştı.

Challemel- Lacour, “Homme d’etat” denilen devlet adamlarının Osmanlı saltanatında yokluğuna hemen hükmedilecek kadar nadir yetiştiğinden bahisle başladığı makalesinde, ta Köprülü zamanlarına kadar incelemelerde bulunuyor; “Osmanlıların devlet adamından maksadın ne olduğunu üç buçuk asırlık bir zaman kaybettikten sonra ancak anlayabildiklerini ve tatbikatına giriştiklerini” uzun uzadıya açıklamalarda bulunarak izah ediyor.

Makalenin, aslında ciddi bir çalışma ürünü olduğundan şüphe yoktur. Fakat bu ciddiyet, eserin sahibinin şahsında ve niyetinde görülüyor. Yoksa araştırmaları Şarkın durumları hakkında diğer yazı yazan ve açıklamalarda bulunan yazarların kurtulamadığı hayallerden, belirsiz düşünce ve anlamsızlıklardan tamamıyla uzak değildir.

Meselâ Köprülülerden babasına halef olan, 15 yıl sadrazamlık makamında hüküm süren Ahmet Paşa’ya; Fransa sefirine “hediyelerin takdimi sırasında bir kuralı unutmasından dolayı” öfkelenerek “Çıfıt” sıfatını layık görmekle beraber, baş ağasına verdiği emir üzerine tokat attırıyor!

Bu zavallı millet ve saltanat, öteden beri bu tür isnat ve iftiralara hedef olmaktan kurtulamamış olduğundan; bugün, Avrupalıları hâsıl ettikleri bu inançlarından sıyırarak gerçeklere davet etmek imkânsızdır. Onun için biz burada kendimizi savunma gayreti içinde bulunacak değiliz.

LACOUR’UN RİVAYETİ BÜYÜTÜLMÜŞ HAKİKATLER

Belki, Challemel- Lacour’un rivayeti doğrudur. Belki bu rivayet, gerçek olmayıp dallandırılıp budaklandırılarak büyütülmüş bir hakikattir. Zira o tarihlerde büyük vezirlikler, bir iki tanesi hariç delibaşlıktan gelme bir takım sersemlerin elinde kalmış gibiydi. Fakat Ahmet Paşa gibi gerçekten kendisiyle iftihar edebileceğimiz bir siyasi kişiliğe, bu davranışın isnat edilmesine teessüf olunur.
Şurasını unutmayalım. Tarih namına elde bulunan vakayinamelerimiz: Mesela, abrizlere yeşil [ser] telasinin, nakib-ül eşrafın[3] bir yazısı üzerine yasaklanmış olduğunu kaydettikleri halde, en önemli siyasî olaylarda müsamahatta (görmezliklerde) bulunmuşlardır.

Neden düşünmeyelim ki, Fransa sefiri huzurda veya Ahmet Paşa ile görüşmesinde: Fransızlığa has gereksiz bir gurur ile perdebirunâne (edepsizce) aşağılayıcı sözlerde bulunmamış olsun? Buna karşılık olarak da Veziriazam, ülkesinin ve temsil ettiği saltanatın itibarını koruma hususunda; duyarlı her devlet adamı gibi gereğini yapmak üzere tokattan daha etkili olan sözle haddini bildirme yoluna neden müracaat edilmiş olmasın?
Challemel- Lacour, Fransa [arşivi- hazine-i evrakın]dan topladığı bazı belgelere dayanması gereken çalışmalarında; gerçekleşmemiş bazı durumları ve olayları sanki gerçek olaylarmış gibi haber veriyor. Özetle, Ragıp Paşa merhumun siyasi olgunluk ve edebinden bahsettiği sırada; adı geçene, Prusya Kralı Frederich ile –Avusturya aleyhine - bir anlaşma imzalatıyor.

SEFARETNAMEDE ELÇİLİĞİNİN SEBEBİNİ AÇIKLIYOR

Gerçekten Ragıp Paşa, siyaseten iktidar sahibi güçlü bir vezirdi. Büyük Frederich [1740-1786] ile anlaşma imzalamamıştı. Çünkü bizim Büyük Frederich nezdine gönderilen ilk sefirimiz, Ahmet Resmî Efendi’dir. Gönderilme tarihi 1771 milâdî yılına rastlayan 1185 hicrî yılıdır.[4] O tarihte Ragıp Mehmet Paşa vefat edeli 9 sene olmuştu. Bu elçilik ise Silahtar Mehmet Paşanın Sadrazamlığı sırasında vaki olmuştur. Çünkü Mehmet Paşa, sene-yi mezbure (konu edilen sene)nin Muharrem’inin 15’inde azl edilmiş; yerine Muhsin Zade Mehmet Paşa getirilmişti. Hatta Ahmet Resmi Efendi, elçiliğinin sebebini sefaretnamesinin girişinde şöyle anlatır:
“Takrîr-i kemterîn-i bendegân-ı dîvân-ı sâmî el-hâc Ahmed Resmî budur ki: Bilâd-ı şimâliye-i garbiyyeden Cermanya memleketi dâhilinde fi’l-asl (Saksonya) eyâletinden ma’dûd olan (BRANDEBURG?) sancağına elektörlük nişânı ve Rusya ile (Leh) memleketlerine mücâvir ve muhtelit Prusya nâhiyesine krallık unvânı ile mutasarrıf olan (Fredrikus) câ-nişîn-i peder olduğu 1153 târîhinden berü[5] tevsî’-i dâ’ire-i diyâr u terfî’-i menâr-ı i’tibâr niyetine kendünün metbû’ı makâmında olan Nemçe Çasarı ve Roma İmparatoru ile ceng ü peykârdan hâlî olmayup bi’l-âhare França ve MESKO(V) devletleri Çâsâr-ı mezkûre mu’âvenetde yek-dil ü cânib-dâr olmuşlar iken Kral-ı mûmâileyh meydân-ı vegâda izhâr-ı sebât ü karâr ve akrân ü emsâli miyânında gerçi kesb-i iştihâr eyledi ammâ ber-vech-i muharrer kendünin metbû’ ve mültecâsı olan kimseneye husûmet ve musâdemet-i dagdagasına sipeh-sâlâr-ı gîrûdâr-ı hasmından büyük bir devlet-i mü’ebbed ile istihzâr eylemek muktezâ-yı hâl ü girdâr olduğundan gayri hem-cânib ü hem-civârları (Leh) ve (Danimarka) ve (Felemenk) Cumhûriyetlerinin ve hâlâ eniştesi bulunan (ŞOD) ya’ni İsveç ve hem-mezhebi İngiltere Krallarının devlet-i âliye mu’âhedesiyle idhâr itdikleri mübâhât ü iftihâra imrenip bir müddetden berü emniye-i mezkûre tahsîline ikdâm itmiş idi.

Binâen alâ zâlik 1180 senesi esnâsında cenâb-ı hudâvendigârîden dergâh-ı ‘atûfet ve müsâ’ade küşâde kılınıp temhîd-i esâs-ı müvâlât ve mu’âhede olunmağla müte’âkıben de’b-i devlet üzre elçisi südde-i sa’âdete çehre-fersâ ve hedâyâ-yı girân-bahâ ile arz-ı kâlâ-yı TEMAHHUS ve ilticâ ve Avrupa kralları miyânında kendüye ve ahlâfına sermâye-i tebehhüc ve iftihâr olmak için atebe-i aliyyeden mahsûs elçi irsâlini ricâ eylediği eclden cenâb-ı şehen-şâhîden dahi izhâr-ı İBHET-İ hilâfet ittisâm ve ifhâm-ı ‘ulüvv… Menzelet-i İslâm kastiyle hedeyasının ızâfı ve tertip[6] ve bu abd-i kemine tarika-ı sefaretle tayin ve tesyir buyurulmuşdu. Binaenaleyh milad-ı hazreti İsa’nın 1771 senesine müsadif 1185 sene-i hicriyesi Muharremin evailinden olan bir ruz-ı saadet bervezde âstâne-ı âliye’den hareket ile… “

RUSYA VE AVUSTURYA’YA YAKIN İLGİ

III. Mustafa, saltanatı süresince (1757-1774) düşünce ve anlayışta ve gösterdiği gayretlerde, batı devletleri ile münasebetleri güçlendirerek ülkesine yeni bir meslek-i terakki (ilerleme yolu) açmak idi. Bunun en büyük delili III. Selim’e olan vasiyetidir. Çünkü bugün elimizde daha veliaht iken Fransa Başvekiline kendi el yazısı ile yazdığı yazılar vardır. İleride mecmuamızda yayımlanması kararlaştırılmıştır.[7]

Kısacası III. Mustafa bu gayretini uygulayamadan tereddütler içinde hayatı terk etmiştir. Devletin bahtsızlığının göstergelerindendir ki, o devirde bulunan siyaset adamlarımız arasında adı geçen Padişahın bu arzusuna aracılık edecek bir kişi yoktu. Hatta Avrupa, bir hiç hükmünde kabul ediliyor ve iki bitişik komşumuz olan Rusya ve Avusturya’ya önem veriliyordu. Bu iki ülkeye önem verilmesinin sebebi ise; yükselen sermayelerinin özünü bilgi ve gelişmişlik oluşturması değil, sayıca çok olmalarıdır.

Hatta bu da bilgisizce, bir takdirdir. Zira o zaman ki nüfusumuz, o günden beri elimizden çıkan ülkelerin genişliğine göre, Avusturya nüfusunun sayıca iki katına eşit olduğundan şüphe yoktur.

Sultan Mustafa, bu sefaretten beklediği semereyi elde edememiş olduğu gibi; kendisinden 16 sene sonra saltanat’a gelen oğlu III. Selim’in siyasî girişimleri dahi semeresiz kalmıştır. Çünkü III. Selim tahta geçişinin (1789- 1807) ikinci senesinde ki, 1205’tedir. Büyük Frederich’in yerine geçen II. Frederich Wilhem’e [1786-1797] dahi ittifak imzalamak amacıyla bir sefir göndermişti.

Bu sefir, Bab-ı Âli devlet adamlarından Ahmet Azmi Efendiydi. Yukarıda adı geçen, Ahmet Resmi Efendinin kayınbiraderi olduğundan, eniştesi özel kalemi sıfatıyla önce Berlin’e götürmüştü. Bu cihetle, Prusya devlet adamlarınca bilinen bir kişi olduğundan; uhdesine verilen bu hizmeti başarmasında bu tanınmışlığının yardımcı olduğu kabul edilmektedir.

Görevi ise, İsveç Kralı III. Gustav’ın önceden Osmanlı İmparatoru ile ittifak anlaşması imzalamasına rağmen; II. Katerina ile barış anlaşması imzalaması üzerine; Prusya devletini, saldırganlık anlaşması imzalamaya davet etmekti. Çünkü Lehistan Cumhuriyeti de; Babıâlice kazanılmış ve (Turla) nehri civarında 25.000 kişilik bir Leh ordusu işarete hazır bir öncü ordu konumunda idi. Ahmet Azmi Efendi’nin de, bu sefaret görevinde başarılı olamamasını kendisinin yeteneksizliğine yüklemektense, Katerine’nin desiselerine aldanmış olan Prusya devlet adamlarının gafletine bağlamak gerekir.

1834’E KADAR DIŞARIDA ELÇİMİZ YOKTU

İşte, Challemel- Lacour’un Ragıp Paşa merhuma isnat ettiği ittifakın gerçeği budur. Challemel Locour, geçmiş asırlara ait olaylar ile devlet adamlarımız hakkındaki araştırmasında çok da dikkatli olmayabilir. Fakat bu zat, milletimize mahsus havas-sı ruhiye (psikoloji) hakkında “eserden müessire intikal kabilinden” gerçeğe en uygun düşüncelerde ve özellikle Avrupa halklarına karşı gösterdiğiniz biganegiden (yabancılaşmadan) dolayı pek haklı tenkitlerde bulunmaktadır. Bir âti-i beyyin (gelecek yorumcusu)e yakışacak şekilde; şimdi içinde çalkalandığımız denizin kenarındaki sürekli dalgaların, bir gün olup bizi her türlü kurtuluşa ulaşmaktan mahrum edeceğini haber vermektedir.

Meselâ diyor ki:

1834’e kadar Osmanlı hükümeti, Avrupa ülkelerinin hiç birinde devamlı elçi bulundurmuyordu. Güya ki, her an yayılma alanını genişleten medeniyetten uzak durmak istiyordu. Avrupa hükümetlerinin birbirlerine yakınlaşmak için anlaşmalar imzaladıkları bir asırda Osmanlı hükümeti, bu duruma yabancı kalmış ve yalnız kendi gücüne dayanarak mevcut durumdan haberdar olmayı bayağı bir durum kabul etmiştir. Böylece, kibirli bir tavır alarak Batıdan yüzünü çevirmiştir. İşte bu konum ve gafletiyle kendini, devletler hukuku kurallarından dışarıda bırakmış ve hatta onu idrak bile edememiştir.

Avrupalılar ise Osmanlıların böyle bir durumda mevki-i infiratta (yalnızlık konumunda) kalmasını menfaatlerine daha uygun bulmuş; özel bir amaç takip etmedikçe onlarla herhangi bir işleme girişmemek politikasını tercih etmiştir.

Bundan dolayıdır ki Avrupa hükümetleri, Osmanlıların kuvvetine inanmadıkça ortaya koydukları en haklı istekleri ve şartları bile dikkate almazlar. Saltanat-ı Osmaniye zayıflık belirtisi gösterdikçe zebunkeşâne (zalimce) üzerine gitmekten de geri durmazlar. Bu durumun devamı ise Osmanlı hükümetinin yakın bir zamanda yıkılışına neden olacak sebeplerin en önemlilerindendir.”

Challemel- Lacour’un bu sözleri, ahval-ı ruhiyemizi çok iyi tanıdığını gösteriyor. Gerçi 1834 tarihi, Reşit Paşa’nın ısrarlı uyarılarıyla II. Mahmut’un Büyük Avrupa Devletleri nezdinde devamlı elçi bulundurmaya karar verdiği 1250 Hicrî yılına rastlar ki, Hariciye Nezaretimizin de şimdiki durumunun ilk şekillendiği tarih de o zamandan başlar.

Hâlbuki -zamanımızda olduğu gibi – o zamanda da bu nezareti (bakanlığı) hakkıyla yürütecek bir nazır bulunmuyordu. Özellikle bu görevin öncelikli vasfı olan Fransızcaya vakıf kimse yoktu.
Gayrimüslim teb’ası içinde yalnız Rumlar, Batı eğitimini elde etmeye özen göstermiş ve nice önemli adamlar yetiştirmişti. Fakat Devlet, Rumların tavırlarında samimiyet ve saffet görmüyor; aksine onların ihanetine hükmediyorlardı. Bu da devletin siyasî hatalarındandır. Çünkü onlara daima aşağılayıcı bir gözle bakmış ve adam yerine koymamıştır. (DEVAM EDECEK)

…………………………………………….

Ebuzziya Tevfik’ten Lacour’a cevap!

Devlet, en basit tanımıyla, insanoğlunun kendisini, dışarıdan gelebilecek tehlikelerden korumak, birbirlerine verebilecekleri zararları önlemek ve böylece daha güvenli ve huzurlu bir hayat yaşayabilmek amacıyla oluşturdukları bir kurum olarak tanımlanmış, insanlar adına bu kurumu temsil edenlere de “devlet adamı” denmiştir.

Böylece, “devlet adamı” kavramı kimlerin devlet adamı olabileceğinden; nasıl olmaları gerektiğine kadar tarih boyunca hep tartışılmış, tartışılmakta ve tartışılmaya da devam etmektedir. Dolayısıyla, devleti temsil edenler, tarihin bütün dönemlerinde en büyük nimetlerle ağırlanabildikleri gibi, en ağır şekilde cezalandırıldıkları ve hatta haksızlıklara uğradıkları da görülmüştür.

1. Gazetemiz “ANALİZ”de “Türkiye Devlet Adamları” başlığı ile paylaştığımız yazı dizisinin ilki, Fransız devlet adamlarından P. Challemel - Lacour (1827- 1896) tarafından kaleme alınmış ve Fransa’nın önemli yayın organlarından “REVUE DES DEUX MONDES” dergisinde “Les Hommes D’etat De La Turquıe” başlığı ile 1868 yılında Paris’te yayımlanmıştır.

2. “İKDAM” gazetesi tarafından da tercüme edilerek önce tefrika halinde yayımlanmış, 1909 tarihinde “Türkiye Rical-i Devleti” adıyla kitap halinde basılmış ve tarafımdan, günümüz Türkçe’sine aktarılarak sizlerle paylaşılmıştır.

3. Söz konusu makalenin “İKDAM” gazetesinde yayımlanması üzerine Ebuzziya TEVFİK; Lacour’un bu önemli makalesine bir cevap yazarak; sahibi ve yöneticisi olduğu “MECMUA-I EBUZZİYA dergisinde yayımlanmıştır.

Challemel LACOUR’un makalesini günümüzden 151 yıl sonra; Ebuzziya TEVFİK’in yazı dizisini ise 107 yıl sonra ilk defa, yeniden sizlerle paylaşmayı önemli bir hizmet olarak kabul ediyor, bilhassa “devlet adamı” üzerine düşünen, yazan ve konuşanlar için önemli bir kaynak olacağını düşünüyorum.

Bu çalışmanın yayımlanmasına katkı sağladığı için ANALİZ camiasına teşekkür ediyorum.

Bekir TURGUT
……………………………………………………………..

DİP NOTLAR…..

[1] Bu yazı Mecmua- i Ebuzziya dergisinin 128, 129, 130, 132, 133. sayılarında tefrika halinde yayımlanmıştır. (C. 7, İstanbul, 1330.) B. T.
[2] Revue des Deux Mondes: Fransa’nın ünlü eleştiri dergilerindendir. 1828 yılında yayın hayatına başlamıştır. 1829’da ve 1831- 1944 yılları arasında (15 günde bir olmak üzere) yayın hayatını sürdürmüş ve köklü bir yayın geleneği oluşturmuştur. Eserleri defalarca dilimize çevrilen Balzac,, Viktor Hugo ve Ernest Renan gibi birçok Fransız yazar ve düşünürleri de yazı yazmıştır. 1948 yılından sonra da değişik adlarla yayın hayatını sürdürmüştür. B. TURGUT
[3] Nakib-ül Eşraf: Hz. Peygamber’in soyundan gelenlerin işleri ile uğraşan görevli hakkında kullanılan bir terimdir. İslamiyet’in her döneminde ehl-i beyt’ten olanlara her zaman saygı gösterilir ve içlerinden birisi başkan seçilirdi. Nakib-ül Eşraf adını alan bu başkan, Peygamber sülalesinden olanların işlerine bakar, neseplerini kaydeder ve onları devlet nezdinde temsil ederdi. “ Fatih zamanında bir aralık kaldırılmış ise de oğlu Beyazıt zamanında tekrar ihdas olunmuş ve ondan sonra kesintisiz devam etmiştir. II. Abdülhamit zamanında Yıldız civarında, nakib-ül eşrafların oturmalarına mahsus bir konak tahsis edilmiştir. (M. Zeki Pakalın; Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt, 2. İstanbul, 1993, s. 648) Bu Kurum Osmanlı devletinin son bulmasıyla kaldırılmıştır. B. T.
[4] Ahmet Resmi Efendinin Prusya sefaretine gönderilme tarihi, güncel kaynaklarda farklı olarak verilmektedir. Faik Reşit Unat’ göre, “ Ahmet Resmi Efendi: “… 1757’de, Sadrazam Koca Ragıp Paşanın (12,1. 1757- 8.IV. 1764) kethüdası Ebubekir Efendinin kethüdalığında bulunduğu sırada Nemçe (Avusturya) elçiliğine tayin edildi. 1758’de Viyana’dan dönüşünde maliye tezkirecisi, 1762’de Anadolu muhasebecisi oldu. Bu memuriyette bulunduğu sırada elçi olarak Prusya Kıralı Büyük Frederik nezdine gönderildi.” ( UNAT, Faik Reşit; age. s. 102)
Vırgınıa Aksan tarafından yazılan eserde ise; Ahmet Resmi Efendinin Berlin Sefaretine gönderilme tarihi, 24 Temmuz 1763 olarak belirtilmektedir. Prusya’daki kaynakta ( TOP E 5033/1.) yazıldığı ifade edilen ve buraya hareket tarihi olarak gösterilen hem milâdî, hem de hicrî tarihin ise; (1185/1777 Muharrem başı) yanlış olduğu belirtilmektedir. ( AKSAN; Vırgınıa; Savaşta Ve Barışta Bir Osmanlı Devlet Adamı Ahmet Resmi Efendi. Çev: Özden Arıkan İstanbul, 1997. s. 75) B. T.
[5] Bu tarihin Milâdî karşılığı, 1740 senesidir ki; adı geçen, o sene tahta çıkmıştır.
[6] Büyük Frederich, hasetle meşhur olduğu gibi; Üçüncü Mustafa da daha şiddetli derecede hasis (cimri) idi.
[7] III. Mustafa dahi, Versay Sarayı erkânı olan seçkinler ile yazışmalarda bulunurmuş; hatta aracı Jan Jak Rousseu’nun pederi ve Saray-ı hümayun saatçi başı olan Rousseu imiş. Bu yazışmalardan haberdar olan Volther, Büyük Frederich’e yazdığı mektuplarından birinde: “ Acaba Sultan Mustafa niçin bana da yazmıyor!” soru cümlesini alaycı bir şekilde yazmıştır.

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları