Dolar $
32.53
%-0.05 -0.01
Euro €
35.01
%0.53 0.18
Sterlin £
40.7
%0.13 0.05
Çeyrek Altın
3984.5
%0.67 26.3
SON DAKİKA
Son Yazıları

NATO'yla aşk nefret ilişkimiz

21 Þub 2020

İdlib'te ortalık iyiden iyiye kızışınca ve Rusya'yla yapılan müzakerelerden sonuç alınamayınca Ankara'da gözler yine NATO'ya döndü.

Oysa bilhassa 15 Temmuz’dan sonra ABD başta olmak üzere Batılı müttefiklerimizin niyetleri hakkında olumsuz düşünceler yaygınlaşmış, 12 Eylül gibi darbelerin NATO tarafından kurgulandığı tekrar tekrar dile getirilmeye başlanmış, memleketi bu kadar karıştıran bir örgütün içindeki varlığımız sorgulanır olmuştu. Bir de PKK ve onun türevi örgütlerle olan ilişkileri de dikkate alınınca, Türkiye’nin içinde bulunduğu ittifak sistemi ile kopuşu an meselesi gibi algılanır hale gelmişti. Yapılan kamuoyu araştırmalarında da ABD ve AB’ye güvenin yerlerde sürünmesi, Ankara için yeni ufuklara yelken açılması halinde halk desteğinin de geleceğini göstermekteydi.

Batı’ya olan nefret, yakın tarihimizde pek görülmemiş ölçüde Rusya ile yakınlaşmayı getirdi. Ankara ile Moskova arasındaki güç dengesizliğine pek girilmeden, Rusya’nın Suriye’de birçok konuda karşımızda olduğu, Türkiye destekli muhalif gruplara ve sivillere yönelik saldırılara katıldığı göz ardı edilerek böyle bir yola girildi. Enerji, turizm ve ticaret alanındaki işbirliğinin üzerine Rusya’dan hava savunma sistemi satın alınması gibi ileri bir adım da atıldı. Üstelik bu, Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir içinde bulunduğu F-35 projesinden çıkarılması pahasına yapıldı. Astana sürecinde İran’la beraber ortağımız olan Moskova artık yirminci yüzyılın ortasından beri yan yana olduğumuz Batılı ülkelerin yerini almıştı. Bilhassa PKK/PYD konusunda destek alamadığımız, hassasiyetlerimiz anlamayan ABD ve AB’yi Rusya eliyle dövme serüvenimiz böyle başladı ve galiba şimdi de bitti.

NATO, geri dön

Barış Pınarı harekatı başlarken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gazabından çekinen PYD’nin Amerikan hava korumasını talep etmesi sosyal medyada epey bir alay konusu olmuştu. Türkiye’nin İdlib’te Suriye Ordusunun ilerlemesine direneceği ve bunun için Rusya’yı dengeleyecek şekilde NATO’dan hava koruması istediğini okuyunca diplomasinin ne kadar kaygan bir zemin olduğunu bir kez daha anladık. Birkaç ay önce bizim Fırat’ın doğusunda yapacağımız harekata karşı durması beklenen güçler bu sefer İdlib’de üzerimize çullanan Moskova-Şam ve Tahran üçlüsüne karşı destek aradığımız ülkeler oldu.  Astana ortaklarımız bize yavaş yavaş Suriye topraklarını boşaltmamız yolunda baskıya başlarken ve ülkemize birkaç milyon yeni mülteci gelmesi riskiyle karşılaştığımızda, ABD bir anda bize en sempatik mesajları veren ülke haline geliverdi. Öte yandan biz de birdenbire Rusya’nın Ukrayna’ya ait olan Kırım’ı ilhak etmeye kalktığını idrak edip Karadeniz’deki dengeleri aleyhimize fena halde bozacak bu gelişmeye karşı sesimizi çıkarmaya başladık.

Son zamanlarda dış politikadaki sorunların kompartımanlara ayrıldığı, ajandadaki farklı konularla ilgili farklı ittifak arayışları olabileceğine dair bir görüş oluşmaya başladı. Suriye zemininde Fırat’ın doğusu ile batısı arasındaki zıtlıklar bile bu bakışı destekler nitelikte. Ancak dış politika yapımında hala genel bir yönelimden, bir omurgadan bahsedebiliriz. İdlib kriziyle birlikte Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası bir türlü rayına oturtamadığı bu genel çerçevenin eksikliği tekrar görünür hale geldi.  Özellikle son birkaç senedir savrulma görüntüsü veren bu durum, esnek bir dış politika ile açıklanabilecek aşamayı da geçmiş görünüyor.

Sahadaki kriz tırmanırken ve silahlı kuvvetlerin bir çatışmaya girme riski giderek daha ciddileşirken Türkiye’nin bir kez daha NATO üyesi kimliğini hatırlaması manidar. Bu, Batı ile yaşadığımız derin görüş ayrılıklarını ve bölgenin istikrarsızlaştırılmasına yönelik attıkları adımları görmezden geldiğimiz anlamına gelmiyor elbette. Ancak Soğuk Savaş yıllarında da Kıbrıs’tan afyon ekimine bir dizi soruna rağmen yürüttüğümüz bir ilişkinden söz ediyoruz. Türkiye, NATO’nun içerisinde her zaman kendi ihtiyaçlarının karşılanmadığına ilişkin çekincelere sahip oldu. Ancak günün sonunda, bugün olduğu gibi, hep örgütün içerinde olmanın dışarıda kalmaya göre evla olduğuna kanaat getirdi.


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları