Dolar $
32.42
%-0.32 -0.1
Euro €
34.96
%-0.34 -0.12
Sterlin £
40.51
%-0.75 -0.3
Çeyrek Altın
4092.28
%0.61 24.65
SON DAKİKA
Son Yazıları

Mahalle yanarken kavga etmek

04 Eyl 2020

Bu laf tam olarak böyle değil ama Türkiye ile Yunanistan'ın içinde bulunduğu durumu büyük ölçüde anlatıyor. Ege'de dalaşmalara doyamayınca şimdi de Doğu Akdeniz'deki yetki alanları üzerinden Ankara ile Atina birbirine girmiş bulunuyor.

Libya meselesi yüzünden Türkiye’ye hınçlanan Fransa da Yunanlıları önümüze sürdüğü için durum tırmandıkça tırmanıyor.

Aslında Türkiye, Almanya’nın da arabuluculuğuyla, ilk Navtex ilanını iptal ederek müzakerelere şans tanımak, krizi sönümlendirmek için istekli olduğunu göstermişti. Tam bu iyi niyet jestinin üzerine gelen Yunanistan-Mısır yetki alanı sınırlandırması anlaşması krize koca bir bidon benzin döktü. Ciddi ciddi iki NATO ülkesi arasında savaş ihtimali konuşulur hale geldi. Askeri uzmanlar televizyonlarda Türkiye ile Yunanistan’ın hava ve deniz güçlerini karşılaştırıp hangisinin ağır bastığını analiz etmeye başladılar. Bizim için savaş ihtimali konuşmak alışkanlık haline geldi diyebiliriz. Daha bu yılın başında Suriye ile savaşa girmek üzereydik. Araya Ermenistan’la da küçük bir itişme sıkıştırdık. Dolayısıyla toplumun artık bu tür gerginlikleri kanıksadığını söyleyebiliriz. Yunanistan’da ise sinirlerin biraz daha gergin olduğu anlaşılıyor. Arkalarına Avrupa Birliği’nin desteğini alarak kuyruğu dik tutuyorlar. Hatta Mısır anlaşması, adalara asker sevkiyatı derken krizi tırmandırmaktan korkmadıklarını da gösteriyorlar.

Türk-Yunan gerginliği ilk defa karşılaştığımız bir durum değil. Atatürk-Venizelos arasında yürütülen yumuşama politikalarından 1950li yıllara kadar geçen bir balayı dönemini, İsmail Cem zamanında başlatılan diyalog çabalarını bir kenara koyarsak hep sorunların öne çıktığı bir komşuluk ilişkimiz var. Üstelik bu sorunlar zaman zaman, bugün olduğu gibi, bizi çatışmanın eşiğine getiriyor. Mevcut krizi diğerlerinden farklı kılan ise hem iki ülkenin hem de dünyanın içinden geçmekte olduğu konjonktür. Tam manasıyla zaten herkesin derdi başından aşkınken bir savaş riskimiz eksikti denecek bir durumda bulduk kendimizi.

Doğu Akdeniz’de gün batımı

İki binlerin ilk on yılını Avrupa para birliğinin coşkusuyla, bol sermaye akımının getirdiği yüksek büyümeyle geçen Yunanistan, Avrupa krizinin ilk uç verdiği ülkelerden birisi oldu. Artık onuncu yılını doldurmaya yaklaşan kriz, yatırımcılar Yunanistan’ın borçluluk oranlarının sürdürülemez olduğunu anlayıp tahvil faizlerini hızla yükseltmeye başlayınca patlak verdi. AB’nin yardım için koşul olarak öne sürdüğü kemer sıkma politikaları Yunan halkının ayaklanmasına sebep oldu. Kendilerine dayatılan ekonomik paketi referandumla ezici bir çoğunlukla reddeden Yunanlılar yine de geri adım atmak zorunda kaldılar. Zira kendi kaynakları ile memur maaşlarını bile ödeyemeyecekleri için AB’nin Almanya ve Fransa gibi ağır toplarının sözünü dinlemeleri gerekiyordu. Nihayetinde on yıla yayılan bir ekonomik durgunluğun pençesinde debelenip duruyorlar ancak bu büyük fedakarlıklara rağmen borç stoklarını azaltıp düzlüğe çıkabilmiş değiller. Şimdi ve görünen bir gelecekte kendilerine kaynak aktaran Avrupa’nın büyük güçlerinin, yani büyük ölçüde Almanya’nın, vesayeti altında yaşamaya devam edecekler.

Türkiye ise Yunanistan’ın bu durumuyla kıyaslandığında uzun süre daha parlak bir performans göstermekle beraber son zamanlara büyüme hızlarının düşmesi, liranın değer kaybıyla beraber ekonomik sıkıntılarla yüzleşmeye başladı. Ülkenin eğitime, sağlığa, alt yapıya daha fazla kaynak ayırması gerekiyor. Bir zamanlar korku filmi gibi baktığımız Güney Avrupa’nın işsizlik oranlarını, özellikle gençlerde, yakalamak üzereyiz. Genç insanlara istihdam yaratmak için daha fazla sabit sermaye yatırımına, daha istikrarlı bir makroekonomik ortama ihtiyaç var.

Bir de bütün bunların üzerine salgın hastalığın yükü bütün dünyayı olduğu gibi bu iki ülkeyi de vurdu. Savaş riski ile karşılaşan askerler, her iki tarafta da ellerinde en modern silahlardan oluşan bir alışveriş listesi ile siyasetçilerin kapısını aşındırıyor. Kendi açılarından haklılar, eksiklerini tamamlamak istiyorlar. Ancak her iki toplumun da önceliği bu ağır koşullarda, iktisadi kalkınmaya öncelik vermek, gençlerine daha iyi bir gelecek hazırlamak olmalı.  

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları