Dolar $
32.6
%0.21 0.06
Euro €
34.65
%-0.26 -0.09
Sterlin £
40.58
%-0.14 -0.05
Çeyrek Altın
4071.5
%0.1 4.13
SON DAKİKA
Son Yazıları

İş, aş, Haydar Baş

17 Oca 2020

Bir zamanların en akılda kalan sloganlarından birisiydi. Nihayetinde onu kullanan siyasi harekete umduğu siyasi başarıyı getirmese de ve çoğunlukla espri amaçlı kullanılsa da demokratik siyasetin dayandığı en temel prensiplerden birine gönderme yapıyordu.

Sıradan insanların siyaset kurumundan asıl beklentileri kendilerinin ve ailelerinin maddi ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortamın, iş imkanlarının sağlanmasıdır. Hiçbir süslü sözcük, kutsalların arkasına saklanmış hikayeler, bu basit gereksinimi karşılanmadan anlamlı olamayacaktır. Eve ekmek götüremeyen aile reisi gibi, ekonomik beklentileri karşılayamayan iktidar itibarını muhafaza edemeyecektir.

Bu talihsiz durumun en bilinen örneği iki dünya savaşı sırasında Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti’dir. Yirmili yılların coşkusuyla hızla genleşen dünya ekonomisi kısa bir süreliğine de olsa Weimar Almanya’sının da prestijini artırmış ancak 1929 buhranı ile patlayan balon liberal, demokratik siyasi sistemin ipini çekmişti. Merkezdeki partilerin itibarı, küçülen ekonomi ve patlayan işsizlikle beraber yerlerde sürünmeye başlamış, bir zamanların dalga geçilen siyasi hareketi Nasyonal Sosyalistler ve onların lideri Hitler, dünya tarihine damga vurmak üzere sahneye çıkıvermişti.

Otuzlu yıllar sadece Almanya’da değil, dünyanın hemen her yerinde çevreden gelen popülist, sistem dışı siyasi hareketlerin gücünün arttığı, o zamanlara kadar sahnenin tek hakimi gibi görünen elitlerin bir kenara savrulduğu bir dönem olmuştu. İş ve aş bulamayan halk kitlelerinin onları bu yoksulluğa mahkum eden liderlere oy vermesi beklenemezdi. Arkasından gelen dünya savaşının Avrupa’daki faşist siyasi partilerin itibarını yerle bir etmesi, o dönemde onları zirveye taşıyan motivasyonu görmemize engel olmamalı. Zira birçok aşırılıklarını törpülemiş olmakla beraber bugün de benzer dinamiklerden beslenen siyasi akımları sahnede görebiliyoruz.

Gelişmiş dünyanın bitmeyen krizleri 

2007 yılından itibaren ABD’de etkisini hissettirmeye başlayan ekonomik kriz doksanlardan beri olanca hararetiyle büyümekte olan dünya ekonomisine kazık fren yaptırdı. Bütün finansal balonlarda olduğu gibi, aşırı iyimser eklentiler, teknolojilik yeniliklere yüklenen şişirilmiş umutlar bir süre dünya ekonomisine potansiyelinin üzerinde genleşme sağlasa da kriz, ayakları suya erdirdi. Arkasından Avrupa’ya sıçrayan sıkıntılar sadece iktisatçıların değil politikacıların da ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğu anlamına geliyordu. İktisadi daralma ve işsizlikteki hızlı artış, birazcık tarih bilgisi olan herkesin aklına 1929 buhranı sonrası gerçekleşen tabloyu getirdi. Nasıl o yıllarda, çok kısa sürede birkaç neslin toz pembe gelecek hayalleri tarumar olduysa, yine benzer biçimde büyük bir kara basanla karşılaşılabilirdi. 

Kriz sonrası alınan mali ve parasal tedbirler küresel ekonominin seksen yıl önce olduğu kadar derin bir çukura düşmesini engelledi ama sürekli semptomatik ilaçlarla ayakta duran bir hasta gibi zamana yayılmış sürünme sürecine girilmesine yol açtı. Ardı arkası gelmeyen parasal genişleme paketleri ile suni olarak şişirilen dünya ekonomisi kör topal yoluna devam etti ancak gelir dağılımının bozulması, orta sınıfların sürekli zayıflaması, işsizlik gibi sorunları kökünden çözecek radikal adımlar atılamadı. Bunun sonucunda da hem ABD’de hem Avrupa’da ve hem de üçüncü dünyada sistem dışı politikacıların sürpriz başarılar kazandığı, sağduyu sahibi gibi gözüken merkez siyasi akımların boyuna tokat yediği bir ortama gelmiş bulunuyoruz. Siyasi ve ekonomik elitler Trump, Boris Johnson gibi liderlere bakıp hayret ededursun, altta yatan sorunları ele alamayan tatsız, kokusuz merkez siyaset zemin kaybetmeye devam ediyor.

Mevcut durumu resmederken siyasi özgürlüklerin, insani değerlerin anlamsız olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Bilakis ortalama seçmenin daha gündelik kaygılarla bu tür değerleri bir kenara atmasından rahatsızım. Ancak temel ihtiyaçların karşılanmadığı, toplumdaki adaletsizlik duygusunun yoğunlaştığı bir ortamda bunların öncelikli olduğuna insanları inandırmak giderek güçleşiyor. Sloganın da altını çizdiği gibi önce iş ve aş siyaset kurumunun boynunun borcu.


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları