Dolar $
32.42
%-0.32 -0.1
Euro €
34.96
%-0.34 -0.12
Sterlin £
40.51
%-0.75 -0.3
Çeyrek Altın
4092.28
%0.61 24.65
SON DAKİKA
Son Yazıları

"Doğu siyasetçisi ne nutuk atar ne de siyasetle ilgili yazı yazar…"

08 Nis 2019

Ebuzziya Tevfik'in siyasetçi değerlendirmesi günümüze göre ilginç. O, "Yalnız Doğu gelenekleri ile Batı geleneği; başka bir ifadeyle siyaset yöntemi açısından Doğu ve Batı arasındaki ayrılık burada da açıkça görülür. Çünkü Doğuda, devlet adamları nutuk söylemedikleri gibi; siyasî davranışları hakkında da bir şey yazmayı âdet edinmemişlerdir. Bunlardan edebî şöhret sahibi olanların eserleri ancak; söyledikleri şiirlerin defterinden ibarettir. Özel yazışmalarını ise; kimsenin gördüğü yoktur" der. Ebuzziya Tevfik Türk yazarlarının kusurlarını anlatırken de "O da, devlet adamlarının hem tahsillerini hem de hükümet yönetimindeki devirleri gören ve özellikle toplantı ve özel hayatlarına giren erbab-ı kalemin (yazarların) susması ve ihmalidir" ifadesini kullanır.

Arada sırada Fenerli takımından bazı beyleri Divan-ı Hümayun Tercümanlığına [8] memur ettiği halde; ufak, daha doğrusu her türlü hakikatten uzak bir şüphe üzerine bu hizmetine biçtiği diğer kıymet, biçareyi hayatından cüda (ayrı) ediyordu.

Meselâ Âkif Paşa’nın “İstifnâki hınzıri” tabiriyle en kötü sövgüye lâyık gördüğü İstifnâki Beyi, adı geçen takdir edip de bir elçiliğe memur etseydi; bu ülke onun sahip olduğu dirayetinden, Batı ve siyaset alanındaki olgunluğundan ve bilgisinden çok fazla yararlanırdı. Nitekim kendisinden 40 sene sonra oğlu Alego Paşa, bizim en önemli zamanımızda Viyana elçiliğimizi yapmıştır. Devlet, o sırada Rusya ile savaş halinde bulunuyordu.

Keza Yunan hükümeti nezdine tayin ettiğimiz elçi bir Rum, yani; Musurus beydi. Bağlı olduğu devletin şanını yükseltmek için Yunan Kralı Oton’dan [9] tarziye (özür nâme) almadıkça Atina sarayına bir adım atmadı. Hatta nâcinsi olan (aynı soydan olmayan) Türklere sadakatinden dolayı, hemcinslerinden (soydaşlarından) bir de kurşun yedi. Önemli unsurlardan yararlanma yolu bilindikten ve kendilerine vatan kardeşliği sıfatı tamamıyla verildikten sonra, mümkün müdür ki onlarda diğer devletlere yönelme ve başka yere gitme hisleri doğsun.

İşte Reşit Paşanın zamanındaki devlet adamlarının hepsinin dirayetlerinin üstünlüğüne, yalnız bu politikaları delil tutulsa yeterlidir.

RUM VE ERMENİLERDEN KATİPLER

Reşit Paşanın öncülüğüyle Avrupa’ya gönderilen sefirlerimizden Fethi Paşa, Rıfat Paşa, Sarım Paşa gibi ülkemizde göz dolduran kişiler var ise de; bunlara Avrupa’da, ülkemizde kendilerine verilen değerden dolayı kimse beş paralık önem vermemiştir. Önce bu kişilerden üçü de dil bilmiyorlardı. Bereket versin Reşit Paşa, yanlarına tercümanlık görevinden sorumlu kâtipler veriyor ve onları da yine Rumlardan, Ermenilerden arayıp buluyordu.

O devir yenileşmemizdeki adam yokluğumuz, bu dönemdeki adam yokluğumuza nispetle yine ehven kabul edilebilir.

Bugün, binlerle dil bilenlerimiz var. Fakat Hariciye Vekâletinde, meselâ İtalya saldırısına karşı büyük devletlere gönderilmesi gereken protestoyu yazacak bir Müslüman bulunamamıştır.
İşte bu durumlara bakıyoruz da, en fazla belâmız olan şu istibdadın bu yüzden dahi ne büyük kahrına uğramış; fakat zamanı gelince anlayamamış olduğumuzu anlıyoruz.

Challemel- Lacour, iyi niyetinden ve samimiyetinden şüphe edilmeyecek bir üslûpla; II. Mahmut asrının iyilik ve kötülüklerine, Reşit Paşa’nın girişimlerine ve icraatına tercüman oluyor. Sonra, Osmanlı Devleti için asrın gereklerine uygun siyasî bir yol açarak ihlâfına (ardıllarına) miras bıraktığını; siyasî öğrencisi olan Âli ve Fuat Paşaların ise bıraktığı bu eserle yetinerek buna uygun bir yol izlediklerini söylüyor.

DOĞU VE BATIDAKİ SİYASETÇİ ARASINDAKİ FARK

Fakat bir itiraz cümlesi olarak şurasını da söylemeden geçmiyor:

“Devlet adamlarının şahsiyetleri ile manevî kişiliklerini, ancak; düşünceleri, kendilerinin yorumları ve özellikleri gösterir. Hâlbuki Âli ve Fuat Paşaları bu bakış açısıyla incelemek ve yorumlamak çok kolay değildir.

Zira Avrupa’da herhangi bir meslek erbabını incelemek için başvurulacak araçlar fazlaca bulunduğu halde; aksine, Doğuda yoktur. Avrupa’da devlet adamlarının iş başında bulunmuş olanları kâh nutuk söyleyerek, kâh siyasî makale yazarak manevî ve özel duygularını açıklamaya çalışırlar. Hatta uzun süre siyaset sahnesinde görev yapmış bir adamın yazışmaları ve hatıraları, davranış ve hareketinde rehber edindiği bilgilerin ve kuralların en değersizlerini bile ihtiva ettiğinden; siyaset adamlarından her biri, bu şekilde değerlendirilerek yorumlanır.

alnız Doğu gelenekleri ile Batı geleneği; başka bir ifadeyle siyaset yöntemi açısından Doğu ve Batı arasındaki ayrılık burada da açıkça görülür. Çünkü Doğuda, devlet adamları nutuk söylemedikleri gibi; siyasî davranışları hakkında da bir şey yazmayı âdet edinmemişlerdir. Bunlardan edebî şöhret sahibi olanların eserleri ancak; söyledikleri şiirlerin defterinden ibarettir. Özel yazışmalarını ise; kimsenin gördüğü yoktur. Bu vesile ile manevi kişilikleri görülmüş olsun. Dolayısıyla; düşünce ve duygularını, bu şekilde gözlemek ve kişiliklerini, keşif ve tespit etmek mümkün olamaz. Sıradan yazılmış resmi evraklardan ise; gizli ve açık gerçekleri keşfetmek hiçbir zaman kolay olamaz.”

Challemel- Lacour’un bu yorumu çok doğrudur. Bizde bir dönem “büyük adam” vasfına lâyık görülen devlet adamlarımızın gerçek konumlarını tanıtacak ve delil olacak bir eserleri elimizde yoktur.

Fakat bu yokluk, bizim geleneklerimize, adabımuaşeretimize intisabı olmayan bir yabancı için doğru olmayabilirse de; biz her durumda milletimizin seçkinlerinin, özellikle; Âkif, Reşit, Âli ve Fuat Paşalar gibi kişilerin her hâlini ve en basit bir davranışını bile tetkik ve tahlille muktediriz. Yalnız bir kusurumuz vardır ki, bu kusurumuz da affedilmeyecek derecede büyüktür. O da, bu kişilerin hem tahsillerini hem de hükümet yönetimindeki devirleri gören ve özellikle toplantı ve özel hayatlarına giren erbab-ı kalemin (yazarların) susması ve ihmalidir.

İstanbul Fransa elçiliği tercümanlarından bir zat, 20 sene evvel Âkif Paşanın gözlemlerini tercümeye girişmiştir. Bu zat, dilimizin inceliklerine vakıf olduğunu iddia edenlerden olduğundan; gözlemlerin de bir nevi siyasî hatırat olduğunu öğrendikten sonra da tercümesine başlamıştı. Daha birinci satırda, bir takım tabir ve terimlerin karşısında zorlandığını görerek apışıp kalmış ve bereket versin Mirza Habib merhum imdadına yetişerek tercümesini kolaylaştırmıştı.

Konumuz dışındaki şu olaydan da anlaşılacağı üzere; bir yabancı, Türkçemizde ne kadar vukûfiyet sahibi olursa olsun Doğunun binlerce yıllık irfanının birikimi, üç dilin uzmanlarının fikir ve anlayışının ürünü ve mirası olan ilmî ve edebi eserlerle alakalı terim ve tabirleri yakından incelememiş, (edebiyatımızla özel olarak ciddi bir şekilde uğraşmamış) ise; halet-i ruhiyemizi mümkün değil anlayamaz.

Bu, zaten her dil için böyledir. Bir Fransızın Fransızca olarak söylediği nükteli bir söz, bu dilde ne kadar güzel olursa olsun, bir Türk tarafından aynı derecede takdir edilemez. Meğerki, küçük yaşlardan beri Fransızca ile özel olarak ilgilenmiş ve okuma yöntemlerine uzak kalmamış olsun.

“BUNLAR BİR TAKIM MÜBALAĞALI İŞLER”

Challemel Locour, Âli ve Fuat Paşaları karşılaştırırken birincisinin Türklük âdet ve geleneklerine tamamen bağlı olduğunu, diğerinin ise, Batının fikirlerinden yeterince etkilendiğini söylüyor. Garip bir rastlantı olarak bu makalesini yazdığı sırada, Londra’da Ali Süavi imzasıyla yayınlanan “Muhbir” gazetesinin adı geçenler hakkındaki geniş ve kapsamlı neşriyatını, kasten ve özel amaca bağlı olarak yazılmış şeylerden kabul ediyor.

Gerçi; gerek Âli Paşa ve gerek Fuat Paşa, bir zamanki Muhbir ve Hürriyet gazetelerine makale konusu olan davranışlarından ne tamamıyla hissedar; ne de isnat edilen olaylardan tamamıyla kenardaydılar. Osmanlı Devletinin dâhili ve harici bütün işlerini senelerce elinde bulundurmuş olan bu iki zattan hele birincisinin, daima zeki insanların düşmanı olduğuna; her hangi bir gencin kendine güven ve liyakat ile uzmanlaşmış bulunduğuna vâkıf olur olmaz onu ümitsizliğe ve gevşekliğe düşürecek şekilde hırpaladığını Challemel Locour doğal olarak bilemezdi.

Ayrıca, muhalefet meydanına atılan neşriyat sahiplerinin itirazlarının ve muhalefetlerinin hedefi olan devlet adamlarını, daima kötü işler ile teşhir etmeleri her yerde, her millette görülen ve bilinen bir durumdur. Muhbir’in makalelerinin de, bu türden yalan ve iftira ile karışık ve mübalâğa ile yazılmış olmasına karar vermesi gerekirdi. Yine yabancı bir yazarın, başka bir milletin devlet adamları hakkındaki tenkitlerinde sağlıklı bir şekilde karar verebilmesi için; herhalde, o milletin erbab-ı kalemini (yazarlarını) de dikkate alması gerekir.

Hatta o yazarlar kasıtlı olarak duygusal dahi olsalar; mademki iyi ile kötünün tahlilinde olayların araştırılması kuralına bağlı kalınması gerekmektedir; öyleyse, onu belgelerle açıklamak ve belgeli bir hâle getirmek mecburiyeti ortadadır. Yoksa çalakalem, “bunlar bir takım mübalâğalı işlerdir” demekle; ne onların reddolunmalarını, ne de davranışlarını incelediği kişinin doğruluğunu tayin etmiş olur.

REKABET DEĞİL VATAN SEVGİSİ ÖNDE

Challemell Lacour 1856 Paris Muahedesini, Osmanlı Devletine başarı tacını giydiren sebeplerin en önemlisi olarak “İmtiyaz fermanı”nı gösteriyor. Âli Paşanın beceri ve dirayetinin eseri olan ve Kongrede başarısını yüzde yüz sağlamış bulunan bu Ferman’a, Reşit Paşanın itiraz etmesinin sebebini anlayamadığını; olsa olsa adı geçinin, rekabet duygusuna yenilerek bunu kıskanmış olmasına bağlıyor.

Hâlbuki Reşit Paşa, bu İmtiyaz Fermanının ilânından sonra yazdığı itiraz nâmede, fermanın içerdiği zararlı maddeleri birer birer delilleriyle sayarak ispat etmiştir. Fermanın zamin (kefil) olduğu vaatleri dolaylı olarak devletlerin sorumluluğu altına sokmasındaki sakıncaları ve bunun başka bir şekilde sağlanabileceğine işaret ediyor. Hatta nerelerinin zararlı olduğunu, “Sadaret görevini yürüten zata Paris’e gitmeden evvel Fransa Sefirinin yalısında tesadüfen beyan etmiş olduğunu” da o raporunda söylüyor. Demek ki; siyaset öğrencisinin işlemiş olduğu hatasını, sırf devletin menfaati açısından bizzat kendisine söylüyor ve bu hususta rekabet duygusuna değil, insanlığın en güzel duygusu olan hamiyet-i vataniyeye (vatanseverliğe) bağlamış oluyor.

LACOUR RAPORU GÖRSEYDİ FİKRİ DEĞİŞİRDİ

Challemell Lacour bu raporu görmüş olsaydı; belki fazlasıyla kusurlu, belki de fikirlerin gelişmesi noktayı nazarından bir eser-i taassup kabul ederdi. Hâlbuki Reşit Paşa’nın o raporu, bu ülkenin o zaman ki siyasî terbiyesi ve fikrî taraftarlığı dikkate alınarak yazılmıştır. Fermanın doğuracağı muhtemel olumsuz düşünce ve endişeler ve alınması gereken tedbirler, Fermanın ilânından evvel belirtilmiştir.

Kabul edelim ki Reşit Paşa, Challemel- Lacour’un zannettiği gibi rekabet duygusuna kapılmış olsun. Biz bunu anlamakta zorlanacağımız için böyle suizanda da bulunmayız. Zira ortada hem olumsuz siyasi etkileri var, hem de bu fermanın ta Hicaz beldesinden Arap Irak’ına kadar uzanan geniş bir alanda yaşayan çeşitli milletler üzerinde meydana getireceği kötü etkilerin sonucu olarak doğması düşünülen birçok zararları vardır.

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları