Dolar $
32.59
%0.18 0.06
Euro €
34.84
%0.26 0.09
Sterlin £
40.46
%-0.35 -0.14
Çeyrek Altın
4094.79
%0.68 27.13
SON DAKİKA
Son Yazıları

Dipten gelen dalganin majestelerine getirdiği başbakan

26 Tem 2019

Boris Johnson'un Muhafazakar Parti'nin lideri olarak İngiltere'nin Başbakanı olması, sıra dışı kişiliği ve siyasi seçkinleri ürküten politik görüşleri nedeniyle yeni bir şok dalgası yaşattı. Gerçi Avrupa kıtası merkez partilerin çöküş yaşaması, alternatif siyasi akımların ve liderlerin güç kazanması gerçeğiyle ilk defa karşılaşmıyor. Başta güney Avrupa ekonomileri olmak üzere tüm Birlik'in ciddi bir kriz dinamiğine girmesi, uzayan durgunluk ve bir türlü aşağı çekilemeyen işsizlik sebebiyle siyaset neredeyse on yıldır önemli bir dönüşüm yaşıyor.

İspanya’da Podemos’un, Yunanistan’da Syriza’nın yükselişi, bilhassa kuzey ve doğu Avrupa’da aşırı sağın güç kazanması, 2014 Avrupa Parlamentosu seçimleri ile başlayan merkez siyasetin büyük ricatı derken en büyük darbe İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma referandumunda evet çıkması, nam-ı diğer Brexit ile gelmişti. İşte Boris Johnson’u İngiltere’de iktidara taşıyan süreç de Brexit’in adım adım hayata geçirilmesi ya da daha doğru bir ifadeyle doğru düzgün geçirilememesi oldu.

Theresa May’in liderliğinde İngiltere’nin AB ile ayrılığı belirli bir plan program çerçevesine oturtamaması, aslında referandumda Avrupa’ya veda kararının alınması ile aynı dinamikten beslenmekteydi. İngiltere’de, Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi, büyük bir halk kitlesi mevcut politikalardan, ekonomik durgunluktan, birçok sorundan sorumlu tuttukları göçmenlerden ve belki de kendilerine göre durumun daha da kötüye gitmekte olduğundan şikayetçi olduklarından siyasi seçkinlerin kendilerine sundukları seçenekleri bir kenara itiverdiler. İngiltere’de Brexit, UKIP vs. şeklinde elitlere saç baş yolduran bu tercihler, Avrupa’nın kalan kısımlarında yabancı ve göçmen düşmanlığı, popülizm, aşırı sağın yükselişi şeklinde cereyan etti. Biraz spekülatif bir tespit olduğunu kabul etmekle beraber seçmenin bu yaklaşımının yöneldikleri alternatif siyasi görüşlere olan muhabbetlerinden çok, merkez siyasetin onlarda yarattığı hayal kırıklığına bir tepki olduğunu söyleyebilirim. Bu memnuniyetsizliğe elle tutulur bir yanıt veremeyen siyasi kurumlar ise nihayetinde faturanın göçmenlere, liberal kurumlara ve daha da önemli olarak Avrupa idealine kesilmesine mani olamadılar. Bundan dolayıdır ki koca kıtanın bir ucundan öbür ucuna yükselen popülist siyasi akımlar Avrupa’nın yetmiş yıldır kurmakta olduğu idealin temellerini sarsmaya devam ediyor.

Diğer bir taraftan da bu gelişmenin sanki sadece Avrupa’ya ilişkin bir durummuş gibi ortaya konulmasının haksızlık olduğu kabul etmek gerekiyor. Popülizm dalgası küresel ölçekte geleneksel siyasi partileri alabora ediyor ya da en azından onların da bu yeni gerçekliğe göre tutum almalarına sebep olabiliyor. ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olarak Başkanlık koltuğuna oturan Trump ve onun sıra dışı politikaları ve söylemleri zamanın ruhunu yansıtan en güzel örnek. Keza Brezilya’da sağın adayı olarak Başkan olan Bolsonaro’nun tipik bir merkez sağ politikacı yerine, ırkçı, cinsiyetçi ve katı söylemlere sahip olması nasıl bir dünyada yaşadığımızı ortaya koyuyor. Türkiye’de ise belki herkesten de önce anti-liberal, kutuplaştırıcı, keskin bir dil siyaset sahnesine hakim olmuştu. Belki sadece bu açıdan dünyanın kalan kısmına önderlik etmemiz gibi tuhaf bir durumdan bahsedebiliriz.

Peki küresel siyaseti kasıp kavuran, siyasi elitlerin bildiğini unutturan, geniş halk kitleleriyle ilk defa böylesine kopuk hissetmelerine yol açan bu dalganın gerekçesi nedir? Biraz önce de bahsettiğimiz gibi siyaset kurumunun halk kitlelerinin taleplerine yanıt vermekte yetersiz kalmasından kaynaklanan memnuniyetsizlik, zaman zaman seçim sandıklarında oy olarak, bazen de Fransa’daki sarı yelekliler eyleminde olduğu gibi sokakları ateşe vermek şeklinde semptomlarla ortaya çıkıyor. Bu huzursuzluğun kaynağında küresel ölçekte, orta sınıfların refah artışından yeterince pay alamaması, toplumun içerisindeki küçük bir azınlığın artan refahı tekeline alıp kalan kesimlere zırnık koklatmamasını varsayabiliriz. Oxfam gibi gelir ve servet eşitsizliği üzerinde düzenli araştırmalar yapan kurumlar bu yöndeki vahim gidişatı ortaya koyuyor. Sırça fanusları içerisinde her şeyin yolunda gittiğini düşünen seçkinler ise ardı ardına gelen siyasi şoklara bir anlam vermeye çalışıyor, ortalama insanların nasıl bu tuhaf siyasi liderlere ve marjinal siyasi akımlara destek verdiğini anlamaya çalışıyor. Oysa cevap çok uzaklarda değil. Siyaset kurumu, iktisat politikaları dipten gelen dalganın daha fazla eşitlik, refah taleplerine cevap vermekte yetersiz kaldığı sürece yeni sürprizlere hazırlıklı olmak gerekiyor. Bu sürprizler bazen tuhaf saç stilleri, patavatsız konuşmaları ile şaşkınlık yaratan liderler olabiliyor, bazen de yabancı düşmanlığı, ırkçılık gibi çok daha sevimsiz şekillerde tezahür edebiliyor. Her halükârda sıradan insanların sıra dışı siyasi tercihler yaptığı zamanlara geldiğimiz anlaşılıyor. Bu tercihlerin insanların dertlerine ne derece derman olacağı ayrı bir konu ancak bugün için kitlelerin umudunu onlar taşıyorlar.


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları