Dolar $
32.57
%0.13 0.04
Euro €
34.93
%0.01 0
Sterlin £
40.67
%0.12 0.05
Çeyrek Altın
4069.53
%0.05 2.19
SON DAKİKA
Son Yazıları

Cumhuriyetin gereği MİLLİ EKONOMİ

29 Eki 2019

Cumhuriyet bir fazilet, namus ve atalardan bize kalan en kıymetli bir miras ise geçmişten gelen değerlerimizle onu korumak, kollamak ve müreffeh bir şekilde geleceğe taşımak her Türk evlâdının birinci görevi.

Cumhuriyetimizin kurucuları; hangi yaşta olursa olsun kendini genç hisseden her vatan severe “Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur… Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur…” diyerek istikameti göstermiş.

İstiklal Marşı’mız da bu yılmaz iradeyi “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak…  Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak…” ifadeleriyle pekiştirmiş…

***

Türk milleti; söz konusu zaman dilimi içinde birçok mel’un ve menfur badirelere rağmen güçlü bir şekilde cumhuriyetini yeni asra taşımanın saadetini ve heyecanını yaşıyor. Çünkü bu millet biliyor ki cumhuriyetin tek bir amacı var… O da; bayrağı indirtmemek, ezanları susturtmamak, vatanı imar etmek, halkı refah, huzur ve medeniyetler seviyesinin üzerine taşımak, Türkiye’nin saygınlığını tüm dünyaya kabul ettirmek…

Evet, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün 96’ıncı kuruluş yıldönümü...

Karakteri; bağımsızlık, hoşgörü, kardeşlik, paylaşmak olan, vatan sevgisi ve muazzam medeniyetimizle yoğrulmuş, mağdur ve mazlumların umut kaynağı Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun…

Cumhuriyeti bizlere emanet eden, vatanı, bayrağı ve istiklâli uğruna canını seve seve ortaya koyan aziz şehitlerimizi, gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.

Türkiye’miz milletimizle birlikte ilelebet pâyidar ve bahtiyar olsun…

Rabbim bizleri Yaratıcısı’nı, anasını, atasını, ailesini ve kendini bilen, tanıyan insanlardan eylesin. Yaradanmız; asker ve siviliyle asırlar boyu insanlığın ve İslâmiyetin sancaktarlığını yapmış bu necip milletin ayağına sonsuza kadar taş değdirmesin.

***

Bugün Türkiyemiz; 1 trilyon dolara yaklaşan Gayrisafi Milli Hasıla’sı, 200 milyar dolarlık ihracatı, kişi başı 10 bin dolara varan milli geliri, 30 milyon çalışanı, yüksek teknolojiye geçmiş sanayisine, tarım, enerji, teknoloji ve inovasyona yatırım yapan dünyanın 20 büyük ekonomisi içinde yer alan dev bir ülke. Sadece ticaretiyle değil hangi millet, hangi din ve mezhepten olursa olsun mağdur ve mazlumlara kucak açan, gösterdiği müsamaha ve şefkatiyle yücelen, büyüyen bir Türkiye’den bahsediyoruz.

Ekonomi genel tanım itibariyle, sonsuz insan ihtiyaçlarını tümüyle karşılamak değil, emeği ve üretimi öne alıp mevcût kaynakları ihtiyaçlar dâhilinde dengeli kullanarak sosyal ve tabiat düzenini bozmadan insan mutluluğunu sağlamak anlamına geliyor.

Cumhuriyetin de ekonomik olarak istediği bundan farklı bir şey değil. Kriz üretmeyen, emeği ve üretimi ön plânda tutan, hem tasarrufu hem yardımı tavsiye eden, fakirlik ile zenginlik, işçi ile sermayedar, piyasacılık ile müdahalecilik ilişkilerini düzenleyen ve toplumda sosyal adaletin korunması ve âdil bir sistem tesis etmesi Cumhuriyetin, ekonominin genel tanımıyla mutabık ve denk olduğunu gösteriyor.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki ekonomiyi ana hatlarıyla anlatarak biraz da ders alınması amacıyla günümüze ışık tutmaya gayret göstereceğim. Zira bugün ekonomik ve siyasi anlamda yaşananların bire bir benzerleri o yıllarda da tezahür etmiş.

Tarihi bilgi ama, bizlere yol göstermesi açısından mutlaka bilinmesi gereken önemli hususlar var…

Cumhuriyetimizin ekonomi politikasında temeller 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi ile birlikte atılmış. Osmanlı’nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nde ekonomik modelin ne olacağı söz konusu kongrede kemikleşmiş.

Kongrede ekonomik çizgi; bir yandan siyasal açıdan kapitalist ve sosyalist blok arasında denge oluşturarak ulusal bağımsızlık alanını geliştirmek ve genişletmek, diğer taraftan içte toplumsal birliği sağlayıp devletin ekonomik yapısını oluşturmak şeklinde belirlenmiş.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yabancı sermayeye yeşil ışık yakılacağı söylemi daha o günlerde bile Türkiye’nin sistem seçimini ve bloklar arasında bağımsızlık arayışını ortaya koymuş. Neticede Türkiye ekonomide kapitalizm ile sosyalizm arasında bir karma ekonomiyi kabul etme yolunda adımlar atmaya çalışmış…

***

Türkiye ekonomisini kuruluşta en fazla bunaltan Lozan anlaşması olmuş. Lozan Türkiye’ye belki siyasi bağımsızlık kazandırmış ancak anlaşma maddeleri içindeki ekonomik kısıtlamalar,  85 milyon altın lira harp tazminatı ülkemize çok fazla sıkıntılar yaşatmış. 1926 yılına gelindiğinde kabotaj hakkının kazanılması ve gümrüklerde hakimiyetin sağlanması Türk sanayinin nispeten yeniden doğuşu olarak tarihe geçmiş.

Fakat 1923’ten itibaren yurt iç i ticaret hadleri tarım lehine geliştiği için sanayide kaynak oluşumu pek sağlanamamış. Ancak 1927 yılında Osmanlı’dan gelen 1913 tarihli Teşviki Sanayi Kanunu’nun 15 yıllık süre için devreye alınmasıyla işletmeler 4 gruba ayrılmış böylece sanayileşme hamlesi gerçek manada hayata geçirilmiş. 

Tabii Lozan anlaşması ekonomimize ciddi darbe vurmuş… Özellikle cumhuriyetimizin kuruluşunu takip eden ilk 5 yılda ağır ekonomik yükleri altında ezilen Türkiye’de ithalatçılara fırsat kapıları açılmış, ticaret açığımız 1923 yılında 60 milyon liradan 1929 yılında 101 milyon liraya yükselmiş. Tabii 1929 yılında Büyük Buhran adıyla dünyada meydana gelen küresel ekonomik krizin etkisi altına giren Türkiye o yıl dönemin ilk döviz krizini yaşamış. Halk fakru zaruret içinde yaşamaya çalışmış.

Küresel krizin etkilerinden korunmak için zamanın İsmet İnönü hükümeti Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’ni kurarak halkı yerli mal kullanmaya yönelten bir politika izlemiş. Devamında Kesebir Planı ile ithalat sınırlandırılırken iç tüketimi kısmaya yönelik adımlar atılmış. Dünya krizinin etkilerini hafifletmek için yine o devrin meşhur Müller ve Schacht programları uygulanmış.

***

Nihayetinde 1930 yılında Sanayi Kongresi toplanmış, hükümet yeni bir iktisat programı hazırlamış… Bir yandan tüketimde yüksek tasarruflara gidilirken sanayi yatırımları için de sanayicilere imkanlar sunulmuş. Merkez Bankası’nın (TCMB) kuruluş tarihi de 1930 yılına denk gelir.

Patlak veren 1929 küresel kriziyle büyük devletlerin Türkiye’den ellerini çekmesi ve bazı yatırım mallarının ucuzladığı dönemde korumacılık tedbirleri bir kenara bırakılmış ve 1933 yılından itibaren Sovyetler Birliği ekonomik planlamacılarının da desteğiyle ekonomide devletçilik modeline geçilmiş ve 1930 yılı İzmir İktisat Kongresi’nin liberal görüntüsünün bozulduğu yıl olarak tarihe geçmiş. O devrin tek siyasi partisi CHP’nin altıoku’nun 3’ü olan halkçılık, milliyetçilik ve devletçilik ilkeleri baskın şekilde devlet kademelerinde uygulamaya alınmış.

Söz konusu çerçevede ulusal sanayi hamlesi, yabancı sermayede politika değişikliği, yurt içinde yabancı yatırımların millileştirilmesi, sanayileşmenin şeker, un ve dokuma alanlarına yönelmesi beraberinde kâğıt, demir çelik gibi işletmelerin de hayata geçirilmesiyle Türkiye nispeten bir toparlanma patikasına girmiş. 1930-1939 yılları arasında Türkiye sanayide ortalama yüzde 10, tarımda ise yüzde 5 büyüme gerçekleştirilmiş. Tasarruf tedbirleriyle dış ticaret açığı 1938 yılında 4,9 milyon liraya çekilmiş. 1939’dan sonra ise ekonomi dış ticaret fazlası vermeye başlamış.

***

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 yılında ölümü ve ardından başlayan İkinci Dünya Savaşı, 1940-1945 arası milli gelir yüzde 31 azalırken fert başı milli gelir ise yüzde 39 oranında erimiş. Bu durum Türkiye’yi ekonomik politikalarda yeni arayışlara yöneltmiş. Kamu açıkları daha çok halk üzerinden kapatılmaya çalışılmış. Türk halkı dünya savaşı döneminde devlet tarafından ihdas edilen varlık ve toprak mahsulleri vergileriyle sıkıntılı yıllar yaşamış.

Fiyatların yükselişi, karaborsa gibi eylemlerle haksız kazançların artması gerekçe gösterilerek 1942 yılında tüccar, esnaf yani iş dünyasına servet vergisi salınmış. Milli gelirin yüzde 3,5’u olan 315 milyon liralık vergi tahsilatına rağmen ülkede gereken adalet sağlanamamış. Vergi mükellefiyetini yerine getiremeyen vatandaş iş kamplarında çalışarak vergi borcunu ödemek zorunda kalmış.  

1943 yılından itibaren 4 yıl boyunca uygulanan söz konusu varlık vergileri daha sonra kırsal alana da kaydırılmış. O dönemde varlık vergisi kişi başına Türk mükelleflerden 6 bin 102 lira, gayrimüslim mükelleflerden 5 bin 326 lira şeklinde uygulanmış.

1940’lı yıllarda İstanbul Ticaret Odası’na kayıtlı üyelerin yüzde 16’sı Türk, yüzde 84’ü gayrimüslim olduğu ifade ediliyor.

***

İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük ekonomik buhran yaşayan Türkiye, 1945-50 yılları arasında ekonomik modelini değiştirmek için yeniden kolları sıvamış. Bu defa Sovyet modeli yani devletçilik sistemi yerine ABD öncülüğündeki batı devletlerinin yönetim şekli olan liberalizm modeline geçme çalışmaları başlatmış.

1948 Türkiye İktisat Kongresi’nde ABD menşeli Marshall Planı benimsenmiş. Marshall Planı çerçevesinde -bugünün IMF politikalarına çok benziyor- devletin küçülmesi, demir – çelik, ağır kimya, selüloz gibi dönemin ileri sanayi alanlarından çıkılması, orman ürünleri, seramik ve el sanatlarına dayalı hafif sanayi ile uğraşılması kabul edilmiş. Yani ABD, Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye askeri yardım yapmış, bazı sanayi kollarını desteklemiş ancak ülkedeki ağır sanayiyi askıya aldırmış.

Dolayısıyla Lozan anlaşması yükümlülükleri, dış güçlerin yaptırımları, 1929 küresel krizi, İkinci Dünya Savaşı ve yurt içinde yüksek derecede alınan tarıma yönelik ürün ve varlık vergileri Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan itibaren geçen çeyrek asırlık dönemde ekonomiyi etkileyen en önemli gelişmeler olarak öne çıkmış.

***

1950 öncesi halka zor yıllar yaşatan devletçiliği tartışmaya başlayan Türkiye için 14 Mayıs 1950 bir dönem noktası olarak tarihteki yerini almış. Bu aynı zamanda Türkiye’nin çok partili döneme geçtiği seçim tarihi olarak bilinir…  Tabii ekonomik sıkıntılardan bunalan vatandaş tercihini CHP değil, bu defa Demokrat Parti lehine kullanmış.

1950-60 yılları arasında Türkiye’yi yöneten Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti iktidarı, devletçilik modelini değiştirmesine rağmen sonu darbe ve idamlarla sonlanan bir dönem ve dönüm noktası olmuş.

Söz konusu süreçte ekonomik modelin değişmesine karşılık fiyatlara narh konulması, devletçiliğin aksine liberasyon uygulamalarında sınırların zorlanması  ve dış borç konusunda ülkenin moratoryum ilan etmesini gerektirecek kadar aşırı borçlanması büyük hatalar olarak sıralanır.

Dolayısıyla Türkiye ekonomik olarak Cumhuriyetin gayesi doğrultusunda yaklaşık bir asırdan bu yana ekonomide istediği rotayı henüz çizebilmiş değil. Tabii bu gelişmelerde çok farklı sebepler arayabiliriz. Ancak doğu ve batı arasında bir köprü durumundaki Türkiye’nin siyasette olduğu gibi ekonomide de milli politikalara ihtiyacı olduğu giderek daha da ağır basıyor.

Doğu ve batı medeniyetleri arasında bir denge unsuru olan Türkiye, milli ekonomiyi oluşturma adına önemli bir dönemecin başında. 1923 yılında temelleri atılan Türkiye Cumhuriyeti, bugün devletçilik ve liberal ekonomi modelleri arasından sıyrılıp kendi karakterine ve yapısına uygun bir sistemi oluşturma aşamasına geldi.

İşte siyaset, iş dünyası ve ekonomik çevreler bugün bunun mücadelesini veriliyor.

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları