Dolar $
32.59
%0.19 0.06
Euro €
34.77
%0.08 0.02
Sterlin £
40.61
%0.02 0.01
Çeyrek Altın
4082.06
%0.36 14.56
SON DAKİKA
Son Yazıları

Bir Murat gitti, bir Murat geldi!

08 Tem 2019

Ticaret savaşları belirsizliğinin sürdüğü küresel resesyon ortamında enflasyonların gerilemesiyle birlikte faiz indirimlerinin gündeme geldiği süreçte, merkez bankalarına büyük iş düşüyor. Böyle kritik bir dönemde TCMB'de başkan değişti. Murat Çetinkaya görevi, yardımcısı Murat Uysal'a bıraktı. Simgesi gemi çapası olan TL'nin güvenli bir liman olduğunu görmek, her Türk vatandaşının hakkı. Dolayısıyla küresel merkez bankalarının "negatif faiz" politikalarını gündeme taşıma hazırlığındayken TCMB'nin yeni başkanı Murat Uysal'ın nasıl bir politika izleyeceği merak ediliyor.

Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya’nın yerine bankanın başkan yardımcılarından Murat Uysal getirildi. Bir Murat gitti, bir Murat geldi. Görevi devretme ile ilgili bugün için oldukça fazla spekülasyonlar piyasada dolaşıyor. TCMB Başkanı değişikliğini her siyasi cephe kendi açısından değerlendiriyor. Muhalefet kanadı, işi bir hak ihlali olarak görüyor. İktidar kanadı ise olayı gerçekçi bir yaklaşım şeklinde yansıtıyor.

Dünkü yazımda merkez bankalarının genel statüsünden bahsetmiş, küresel resesyon ortamında faiz indirimlerinin gündeme geldiği bu süreçte guvernörlere çok fazlaca iş düştüğünü ifade etmiştim. Dünya ticaret savaşlarının devam ettiği ekonomilerde kritik bir dönem yaşanıyor. Devletlerin ticarette rekabeti ön planda tutan politikalarının kur savaşlarına döndüğü günümüzde asıl mücadele para politikalarına dönmüş durumda. Nitekim dünkü köşemde TCMB’de başkanlık koltuğuna oturan Murat Uysal’ın ilk görevinin ticarette rekabeti önceleyen yerli paranın kıymetini korumak olduğunun altını çizerek gelişmeyi “TL’nin değerini korusun yeter!” başlığıyla açıklamaya çalıştım.

Sümen altından her an çıkabilir

Evet küresel resesyon döneminde guvernörlerin zihinlerinden geçen ve her fırsatta oturup konuştukları, “Faizleri düşürelim ve genişleme politikaları uygulayarak dünya ekonomisinin durağanlaşmasını önleyelim…” ifadeleri şimdilik tavsiyeden öteye geçemiyor. Her defasında faiz indirim konusu gündeme gelse de faiz özelinde başka hususlar da öne çıkarılıyor. Dün de bahsettim… “Negatif faiz” giderek bugün gelişmiş küresel merkez bankalarının planlayıp hayata geçirmek için gün saydıkları önemli bir para politikası haline geliyor.

2008 yılındaki küresel ekonomik krizden sonra parasal genişleme ile bugünlere kadar gelebilen merkez bankaları, 11 yıl önceki global ekonomik bunalımdan hâlâ kurtulamadıklarından projeksiyonlarını geçmişten ziyade geleceğe ve yeni politikalara uyarlamış vaziyette. Dedim ya, “negatif faiz” guvernörlerin sümen altında tuttukları ancak zorda kaldıklarında ilk sarılacakları para politikası.

Mortgage krizi dünyayı salladı

Kapitalist sistemin her 10 senede bir, en geç 15/20 sene içinde küresel manada ekonomik krize yol açtığı herkes tarafından biliniyor. Tarihi gerçekler ortada. Yani sistem üretimden ziyade kağıt ekonomisi ağırlıklı olduğundan dayanıklılığı pek olmuyor. ABD’de 2006 sonlarında patlayan mortgage piyasasındaki krizin 2 yıl sonra dünyayı hallaç pamuğu gibi attığını hatırlamayanımız yok. Öyle ki kapitalizmin kalelerinden 158 yıllık Amerikan yatırım bankası Lehman Brothers’ın iflas ettiği 2008 yılında dünyaya verdiği zararı cümle alem toplansa veremezdi.

Anlatalım… Yıllardır mortgage piyasasının ürettiği kötü tahviller bir zaman sonra işlevini kaybediyor ve 2006 yılında olay patlıyor. 2 yıl boyunca ABD krizle boğuşuyor ancak başarılı olamayınca meşhur 2008 küresel ekonomik bunalımı ortaya çıkıyor.

Dünyada sıcaklığı artık iyiden iyiye hissedilen küresel resesyonu savuşturmanın yolları aranıyor. ABD, Avrupa ve Asya’da daha 2008 krizinin etkileri devam ederken guvernörlerin 10 yıl önceki agresif tahvil satınalma yoluna gitmeleri gibi bugün kendi tarzlarına ters olmasına rağmen “negatif faizi” sistemlerine yerleştirmek için çabalıyorlar.

Negatif faiz sistemi mutlaka gelecek

Merkez bankalarının agresif politikalarını, yaklaşan global resesyona karşı daha ileri safhaya taşıyacaklarını şimdiden ifade edeyim. Evet parasal genişleme yine denenecek. İşlevsiz karşılığı olmayan tahvillerin toplanmasına devam edilecek… Faiz indirimi de mutlaka gerçekleştirilecek… Ama resesyonla mücadele burada kalmayacak. Dünya ticaretini en üst seviyeye çıkarmak için “negatif faiz” dediğimiz politika mutlaka gelişmiş merkez bankalarının ana uygulama alanı olarak ortaya çıkarılacak.

Dünya ekonomisi giderek durağanlaşıyor. Ekonomiyi canlandırmak için pompaya su koymak gerekiyor. İşte o su da merkez bankalarının elinde. Ekonomiye can suyu vermek olarak bilinen “negatif faiz”, bankaların ellerinde bulunan mevduatı, parayı yatırımcısıyla buluşturmayı tetikleyen bir politika. Zira bankalar, ellerinde tuttukları mevduata faiz vermeyeceklerini, hatta paranın bankada korunduğu için üste para isteyeceklerini söylüyorlar ve diyorlar ki: “Arkadaş yatırdığın para için faiz vermem. Hatta üste para isterim. Bana para yatıracağına, parayı işletmen ve ekonomiye kazandırman için üretim yapmak isteyenlere kredi ver…”

Üretenler de tüketenler de sıkıntıda

Negatif faiz, ayrıca ekonomik krizlerden canı yanan üretici şirket ve işletmelerin borçlanma maliyetlerini azaltacak ya da tamamen ortadan kaldıracak bir sistem olarak görülüyor.

Kafa yapılarına taban taban zıt bir uygulama olduğu halde kapitalist ülkelerin merkez bankaları niçin “negatif faiz” politikasını destekliyor, ona biraz göz atalım.

Öncelikle adamların ekonomide gideceği yer kalmadı. Resmen duvara dayandılar. Hatta iş o dereceye geldi ki, başta ABD, ülkeler birbirlerinin ticaretini korumacılık duvarıyla engellemeye çalıştılar. Zaten dünyanın bugün çektiği sıkıntı da bu…

Ticaret savaşları küresel ekonomiye fren yaptırdı. Korumacılık ister istemez üretenlerde istihdam ve enflasyon başta iç sıkıntıları, tüketenlerde ise ihtiyaçları karşılayamama, fiyatların yükselmesi, asayişin bozulması gibi durumları ortaya çıkardı. Arz konusunda temkine rağmen düşen petrol fiyatları, duran sanayi çarkları, yükselen altın fiyatları tehlikenin ön habercileri oldu.

Nitelikli parasal genişlemeyi seçiyorlar

Hepimiz biliyoruz, yıllardır işleyen çark bu… Gelişmiş ülkelerdeki arzın az bir kısmı kendilerinde kalırken önemli bir kısmı dünyaya veriliyor. Gelişen ülkeler finans darlığı sebebiyle gelişmiş ülke ürünlerine ulaşamıyor. Tıkanıklığın önünü açmak için mutlaka çareler üretmek gerekiyor. Resesyonu, durgunluğu önlemek için yapılacak iş, gelişen ülkelerde tüketimi körüklemek. İşte gelişmiş ülkeler “negatif faiz” yoluyla tüketimi körükleyerek durgunluktan çıkmanın yollarını arıyorlar.

Gelişen ülkelere “negatif faiz”in diğer etkisi ise yerel paralarıyla ticari rekabette üstünlük sağlamak. Hangi ülke “negatif faiz” uygularsa, parası değersizleşecek ve dış ticarette rekabet avantajı sağlayacak. Bunun adına kur savaşları diyenler olsa da; asıl savaş korumacılığı para politikaları etrafında genişletip mal ticaretini kolaylaştırmak... Gelişen ülkeler negatif faiz uygularken hayatiyetlerini sürdürmelerine vesile olan bankacılığı da tamamen öldürmüyor, merkez bankaları kanalıyla ek teşvikler vererek ayakta kalmalarını sağlıyor. Söz konusu politikayı da “nitelikli parasal genişleme” olarak tarif ediyorlar.

Piyasada krizi engelleyecek tahvil yok

2008 küresel krizinden bu yana bu kadar parasal genişlemeye karşılık dünya hâlâ niçin ekonomik sıkıntılar yaşıyor, diye soruluyor. Cevabı kolay… Öncelikle yaklaşık 10 yıldır devam eden parasal genişlemenin fonksiyonu azaldı ve etkinliği tartışılır hale geldi. Diğer taraftan merkez bankalarının satın aldıkları devlet tahvilleri bilançoları büyütüyor ve piyasadaki arz/talep dengesi bozuluyor. Ayrıca bugün resesyon tehlikesini ortadan kaldıracak seviyede piyasada merkez bankalarının alacağı devlet tahvili bulunmuyor.

“Negatif faiz” elbette gelişmiş ülkeler için olumsuz bir ortam oluşturacak. Çünkü onlar tüm risklere rağmen reel faizi önemsiyorlar. Negatif faizle alınacak bir devlet tahvilinin daha pahalıya satılma imkanı elbette bulunmuyor. Dolayısıyla ilk bakışta teoriden öteye gidemeyecek “negatif faiz” politikasına gelişmiş ülke merkez bankalarının onay vermesi zorda kalmışlığın işareti. Piyasadan alınan devlet tahvilleriyle oluşturulmaya çalışan bilançoların piyasadaki yan etkilerini minimize etmek için farklı yöntemlere başvuran gelişmiş merkez bankalarının yapmak istediği zannediyorum öncelikle finansal şartlarını iyileştirmek olacak.

Daha derin negatif faiz gündeme gelebilir

Merkez bankaları olarak, piyasadaki işlevsiz ortada dolaşan ve ekonomiyi tıkayan devlet tahvillerini satın almışsınız, ek teşvik ve desteklerle reel sektörü destekleyen parasal genişlemeyi alabildiğine serbest bırakmışsınız ama iyileşmeyi sağlayacak etkinliği yakalayamamışsınız. İşte bundan sonra yapılacak şey, tüm riskleri alarak “negatif faiz” politikasına yönelmek. Zira “negatif faiz” uygulayan merkez bankaları görevleri dahilinde geliştirdikleri politikalarla finansal şartlarını iyileştirebiliyor. Nitekim aynı olayı TCMB, faiz koridoru, alt bant, üst bant ve rezerv opsiyon gibi mekanizmalarla belli bir seviye almıştı.

Merkez bankaları politikada daralan alanları sebebiyle negatif faiz koridorunda farklı kanallar ve bantlar açarak negatif manada çok derin faiz oranlarını piyasalara dikta edebilecek, diye düşünüyorum. Çünkü Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz gibi borçlulukla boğuşan Avrupa Birliği’nin, uyguladığı “negatif faiz”le ayağa kalktığını ve bugünkü parasal istikrarlarını “negatif faiz”e borçlu olduğunu söyleyebilirim.  

Negatif faizin Başkan değişiminde etkisi var mı?

Neticede TCMB bir anonim şirket. 1211 sayılı Merkez Bankası Kanunu ile banka statüsü dışında kalan durumlarda özel hukuk kurallarına tabi olan bir kurum. Banka hisselerinin yüzde 51’i Hazine’ye ait. Diğer kalan yüzde 49’luk kısmı ise ülkede faaliyet gösteren yerli ve yabancı bankalar ile Türk ticaret müesseseleri ve Türk vatandaşlığına haiz gerçek ve tüzel kişilerden oluşuyor.

Yine aynı kanuna göre TCMB, merkezi idare veya hizmet yerinden yönetim kuruluşu ve hatta bağımsız idari otorite olarak nitelendiriliyor. Zira ilgili ve ilişkili kuruluş tanımlarının dışında bırakılmış. İdari hiyerarşi ve vesayetin haricinde tutulmuş. Bütçe kanunlarının kapsamına dahil edilmemiş ve böylelikle bağımsız olarak ifade edilen bütünüyle kendine özgü bir hukuki statüye kavuşmuş.

Merkez bankalarının piyasaları ve ekonomiyi regüle etmede ne kadar etkin ve gerekli olduğu ortaya çıkarken Türkiye’de Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın yerine TCMB Başkan Yardımcısı Murat Uysal’ın getirilmesi en fazla dikkat çeken konu olarak öne çıkıyor. 1930 yılında kurulan TCMB’de görev süresi bitmeden ilk kez bir başkan görevinden alınıyor. Zannediyorum, konjonktürel ve küresel gelişmelerle ilgili süreç böyle bir görev değişikliğini gerekli kıldı.

Cumhurbaşkanı’nın denetimde yetkisi büyük

TCMB Başkanı (guvernör) kanunla Cumhurbaşkanı kararıyla 4 yıllık bir dönem için atanıyor. Daha önce atama Bakanlar Kurulu kararıyla yapılıyordu. Aynı zamanda başkanın görevi de uzatılabiliyor. Başkan, en yüksek icra amiri sıfatıyla bankayı sevk ve idare ediyor. Bankanın hükümetle ilişkisi Cumhurbaşkanı veya görevlendireceği bir bakan aracılığıyla sağlanıyor.

“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bağımsızdır” denildiğinde, bankanın araç bağımsızlığına sahip olduğu anlaşılır. Dolayısıyla Merkez Bankası da denetlenebiliyor. Banka kendi iç denetimi TCMB Kanunu’nun 15. Maddesi gereğince genel kurul, banka meclisi ve denetleme kurulu tarafından gerçekleştiriliyor. Yine TCMB Kanunu’nun 42. Maddesi gereği banka nezdinde dış denetime de tabi. Cumhurbaşkanı bankanın işlem ve hesaplarını denetlettirme yetkisine sahip. TCMB Başkanı ayrıca banka faaliyetlerini her yıl nisap ve ekim aylarında bir raporla Cumhurbaşkanı’na da sunuyor. Yine banka yılda iki kez konuyla ilgili TBMM Bütçe Plan ve Bütçe Komisyonu’na bilgi veriyor. Banka ayrıca Sayıştay denetimine de açık. Yine TCMB Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu’nun yetki alanı içine giriyor.

Eski başkan Çetinkaya’nın söz konusu 2,5 yıllık görev döneminde denetimler nasıl oldu, konuya henüz vakıf değiliz ancak Çetinkaya’nın dönemi darbe girişimi, yoğun seçim süreci gibi gelişmelerle dalgalı ve badireli geçti. Özellikle göreve geldiği 2016 Nisanı’nda yüzde 6,5 olan enflasyonun yüksek ivmeler göstermesi ve yüzde 15’ten aşağı düşmemesi başarı grafiğini zedeledi. Eylül 2018’de 6,25 puanlık faiz artışı da Çetinkaya’nın kredibilitesini zedeledi. Çetinkaya’nın geç likidite penceresini kullandığı sadeleştirme politikası yine bir işe yaramadı. Çetinkaya’nın görevden alınmasının nedeni de “hedefleri tutturamama” olarak belirtiliyor.

TL’nin çapa simgesi “güvenli limanı” temsil ediyor

Şimdi aynı yönetimde Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Murat Uysal başkanlığa getirildi. Yeni başkandan istediğimiz tabii ki fiyat istikrarının sağlanması. Hangi materyalleri kullanır, hangi enstrümanlardan yola çıkarak enflasyon ve faizlerde gerekli ve istenilen seviyeleri yakalar, kendisinin ve yönetim kurulunun bileceği iş. Dünkü yazımda da ifade ettim; para politikası araçlarını bağımsız bir şekilde kullanarak “TL’nin değerini korusun yeter!” Zira Merkez Bankası’nın web sitesinde bile “TL simgesi neyi temsil eder?” başlığı altında şu ifadeleri okumak mümkün:

“Merkez Bankası tarafından kabul edilen ilkeler doğrultusunda, paramızın simgesi belirlenirken, Türk Lirası’nın ve Türkiye ekonomisinin iki belirgin özelliği ön plana çıkartılmıştır. Bunlar ‘güven’ ve ‘istikrar içinde yükselen değer’dir. Simgenin çapaya benzemesi Türk Lirası’nın kıymet saklama aracı olarak ‘güvenli bir liman’ haline geldiğini vurgular. Paralel çizgilerin yukarı eğimli olması ise Türk Lirası’nın ve Türkiye ekonomisinin ‘istikrar içinde yükselen değerini’ simgeler.”

Dolayısıyla küresel merkez bankalarının “negatif faiz” politikalarını gündeme taşıma hazırlığındayken TCMB’nin yeni başkanı Murat Uysal’ın nasıl bir politika izleyeceğini merak ediyoruz. Özellikle 25 Temmuz’da yapılacak Para Politikaları Kurulu (PPK) toplantısında alacağı kararların küresel ekonomi ve Türkiye şartlarıyla uyumlu olacağı kanaatini taşıyoruz. 

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları