Bir "iktisadi hürriyet" meselesi: Yerli otomobil
"Sıkıntılarımızın ben de farkındayım. Eksikliklerimizi ben de biliyorum ama hepimiz yıllardır böyle bir fırsatı beklemiyor muyduk? İstersek yabancının yaptığını biz de yaparız demiyor muyduk? İşte buyurun; fırsat önümüzde. Eğer biz bunun yapılabileceğini gösterirsek neler olabilir, neler değişir? Bir düşünsenize. Bu her şeyden önce bir inanç meselesi…"
Yukarıdaki girizgâh, 2008 yapımı “Devrim Arabaları” filminden bir kesit. Yerli otomobil yapmak için toplanan ekibin başındaki Gündüz Bey’in ekibe yaptığı ilk açıklama.
15 Mayıs 1961’de “Otomotiv Endüstrisi Kongresi” düzenlenmiş ve kongrede yerli otomobil yapılması konusunda çalışmaların başlatılması hedeflenmişti. Zira öyle de oldu Devlet Demir Yolları mühendisleri tarafından oluşturulan ekip, Eskişehir’de yer alan günümüz popüler tabiri ile kuluçka merkezini oluşturdu. Amaç, 29 Ekim 1961 günü kutlanacak olan Cumhuriyet Bayramı’na yerli otomobili yetiştirmekti.
Tarihimizin ilk yerli otomobil atağı da böylece başlamış oldu. Ekonomik kalkınmanın belki de en meşhur tezahürü ve halk arasında en çok kabul göreni bir ülkenin kendi menşei ile bir otomobil üretmesidir. Kamyon, otobüs, tramvay üretilse bile vasıta olarak hep otomobil üretimi konuşuluyordu. Otomotiv bir hikâyeyse, otomobil bu hikâyenin başrolüdür. Şimdi Gündüz Bey’in dediği gibi bir durum var; İşte buyurun, fırsat önümüzde!
Evet, Türkiye menşeili bir otomobil üretildi. Fakat mesele üretmek mi yoksa üretileni pazarlamak mı? Takdir edersiniz ki her ürünün ya da hizmetin bir hedef kitlesi ve ya hitap ettiği bir sosyo-ekonomik statü topluluğu vardır. Ürün üretilmeden önce daha fikir aşamasında hangi hedef kitleye yönelik olacağı belirlenir gerek üretim safhasında gerek sunulan hizmette gerekse ürünün tutundurması için yapılacak çalışmaların merkezini ürünün hedef kitlesi oluşturur. O halde otomobilin satılması planlanan hedef kitle doğru ve net bir şekilde belirlenmeli.
Elbette ki ürünün ilk alıcı grubunu ulusal pazar oluşturacak. Önce bizim halkımızın teveccühü beklenecek. Bu sebeple, “Milliyetçilik” vurgusunu tanıtımlarda çok sık göreceğiz. 1971’de Anadol marka otomobilin reklamlarında motto olarak kullandığı “Bu memleketin otomobili” gibi etnosentrik bir söylem olacağı kesin.
Otomobil alıcıları, aracı bizzat deneyimlemek isteyecek. Direksiyonuna oturmak, kapı kapatma sesini duymak, sıfır araç kokusunu almak isteyecektir. Bundan dolayı tüketicinin deneyimleyebilmesi, en azından yakından görebilmesi için her ilde olmasa bile popülasyonun fazla olduğu kentlerde yerini almalı.
İlk başlarda halkın yerli otomobile tasarrufunu yatırmasını hemen göremeyeceğiz. Zira bugün sıfır ya da ikinci el bir araç alan alıcının zihnindeki ilk soru; “ikinci el piyasası nasıl?” sorusudur. Dolayısıyla tüketici risk almayacak, beklemede kalacak. Kullanıcı sayısının artması ve kullananların olumlu deneyimlerinin referansa dönüşmesi yerli otomobilin satış adetlerini arttıracak.
Aslında uzun ve detaylı bir pazar ve pazarlama araştırılması yapılmalı, yapıldığını da düşünüyorum. Ülkemizdeki tüketici kimliği ve kişiliği doğru analiz edilmişse yerli otomobili halk benimseyecektir. Maddeler çok uzar ancak tüketicinin benimsemesi kendinden bir şey görmesiyle ilişkili. O yüzden kısa ve orta vadeli pazarlama stratejileri önemli. Şu an için dünyaya biz de varız, diyoruz. Bakalım Mevla’m neyler.